17 Haziran 2010 Perşembe

Gökhan İnler ve gibileri!


Tüm Dünya liglerinde en iyi Türk ortasaha oyuncuları arasında ilk 5 listesi yapsak heralde Gökhan İnler listenin başlarını zorlar. Mehmet Aurelio'ları o mevkiye yerleştirmeyi deneyen bir milli takımımız varken Gökhan İnler'in nasıl olur da milli takımımıza çağrılmadığı merak konusu. Ne kadar düzensiz ve programsız bir milli takım heyetimiz olduğunu, hiçbir planlama yapılmadan hareket edildiğini gösteren bir durum bu. Şu an Gökhan İnler İsviçre Milli takımının kaptanı. Dün kazanılan İspanya galibiyetinde en önemli rolü oynayan, tüm ortasahanın yükünü çeken isim. ''Milli takımımızın en zayıf bölgesi neresi'' diye sorulursa defansif ortasaha demek mümkün.

Gökhan İnler hem şut atabilen, hem iyi pas atabilen, hem markaj ve fizik kondisyon özelliği çok yüksek olan bir futbolcu. Yani o mevki için gerekli olan tüm özelliklerin en iyileri kendisinde mevcut. Şu an eminim ki, altyapılarda genç ve en az Gökhan kadar yetenekli oyuncular var. Bunlar gurbetci oyuncularımız da olabilir. Fakat ileride hangi milli takımın formasını giyecekleri soru işareti. Çünkü bizimkiler ''yetiştirme'' olayına karşılar. Bir futbolcu ''olduğu'' zaman onu takıma almayı düşünüyorlar. Onun gelişimi, ilerideki yükseliş potansiyeli ile ilgilenmek yok! Ondan sonra da onunla tüm gelişimi boyunca ilgilenen ülkenin futbol takımını seçtiğinde ''neden onu seçti?, nasıl Türk bu?'' gibi cümleler kurmak bizim vatani görevimiz haline geldi. Eminim ki alt liglerde, alt yapılarda en az Gökhan kadar genç ve yetenekli ama bizim milli takımımız tarafından izlenmeyen oyuncular var. Bu oyuncuları keşfedip milli takıma kazandırmak sadece Hiddink'ten beklenemez. Bu iş için Türk olmak gerekir. Hiçbir insan başka ülke için, ne kazanıyorsa kazansın kendi ülkesiymiş gibi düşünemez. İlk önce iyi bir ''scout'' sistemi kurulmalı milli takıma. Zaten sonra Gökhan İnler gibiler elimizden kaçmaz, tam tersi milli takımımıza %100 verimli olurlar.

6 Haziran 2010 Pazar

Bedava pasta ve Rijkaard!


Dün gazetelere göz atarken bir tanesinde Rijkaard'ın evliliği ile ilgili bir habere rast geldim ve okumaya başladım. Rijkaard'ın Hollanda'daki evlilik törenine Türk basınından da birileri gitmiş, görüntü almaya v.s. Gidecekler tabi görevleri bu.

Haberde; Hollanda vatandaşı olmayan gazetecilere misafirperver davranılmadığı ve sadece dışarıdan görüntü alınmasına izin verildiği şiddetle vurgulanarak, Hollandalı meslektaşlarının istedikleri gibi yiyip içtikleri ve tek kuruş hesap ödemeden geceyi tamamladıkları söyleniyor. Tahmin edebiliyorum; eğer ben de gazeteci olsam içerde ne var ne yok görmek isterim, görüntü almak isterim. Hatta hesabımın da Hollanda vatandaşı meslektaşlarım gibi töreni düzenleyenler tarafından ödenmesini isterim! Tabi bu Türk gazeteci abilerim istedikleri gibi yiyip içemediklerinden, içeride görüntü alamadıklarından dolayı bunun hırsını almak zorundalar! Rijkaard'ı, Galatasaray yönetimini ve taraftarlarını huzursuz edecek haber çıkararak hemen atağa geçmişler.

Habere göre; Rijkaard'ın evlilik törenine sadece tercümanı Mert ve kaleci antrenörü Nezih Ali'nin katıldığı, Galatasaray yönetiminden ve futbolcularından kimsenin törene davet edilmediği vurgulanıyor. Kardeşim nereden biliyorsun. Belki Adnan Polat çağrıldı da gitmek istemedi? referansın ne? neye dayanarak bunu yazıyorsun? Hadi yazdın; nerden duyduğunu da belirtsene! Bu 2 kişiden başka Galatasaray'dan kimsenin çağrılmamasını da gazeteci enteresan şekilde yorumluyor. Ona göre Galatasaray ile Rijkaard'ın bağları kopmak üzere. Kimsenin günahını almak istemiyormuş ama aklına bu geliyormuş. Peki kardeşim bağlar kopmuş da neden Mehmet Helvacı ve Adnan Polat sezon bittikten sonra Rijkaard'dan memnun oldularını ve gelecek sezon onunla beraber çalışacaklarını defalarca deklare ediyorlar?!

Eğer isteğin bedava düğün pastasından yemek içmekse kardeşim, bunu Rijkaard'ın düğününü düzenleyen insanlarla konuş. Hıncını almak için koskoca Galatasaray kulübü taraftarlarını, futbolcularını ve yönetimini kullanma!

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mustafa Denizli ve Beşiktaş'ın kimyası


Mustafa Denizli sağlığı nedeniyle görevinden istifa ettiği açıklandı. Buna inanmak istesem de pek inanılası değil. Bir anda gelecek sene için planlama yapan hocanın, yaptığı planlardan 1-2 hafta sonra ''rahatsızım görevi bırakmak istiyorum'' diyebilecek olması bana çok mantıklı gelmiyor. Eğer öyleyse de geçmiş olsun, Allah uzun ömür versin.

Beşiktaş Ertuğrul Sağlam'ın görevine son verdikten sonra Mustafa Denizli ile şampiyon olmuştu. Bu şampiyonluğun pozitif futboldan kaynaklandığını söylemek güç. Şans, taraftar inancı ve son haftalara girilirken avantajlı olmanın konsantresi ile şampiyonluğa ulaşmıştı Beşiktaş 2008-2009 sezonunda. Bu şampiyonluğun Mustafa Denizli mucizesi olduğunu söylemek güç olur. Beşiktaş 2009-2010 sezonuna önceki sezon 2 kupayı müzesine götürmüş bir takım olarak başlasa da aşırı defansif futbolu ve ileride oynayan oyuncuların son vuruş beceriksizlikleri bu sene Beşiktaş'ı şampiyonluktan uzak tuttu. . Mustafa Denizli'nin en büyük özelliği olan ''oyuncuları maça hazırlama'' konusunun ekmeğini çok yediğini söylemek mümkün olmadı bu sene. Eğer ki takım biraz şampiyonluk potasına girip orada iddalı olabileceğini gösterseydi, Mustafa Denizli'nin konuşmaları efektif bir biçimde yarar sağlayabilirdi. Fakat hiç top oynamayan bir takımın sadece motive olmasıyla maç kazanması da beklenemez.

Mustafa Denizli'nin başarılarını burada tartışmak doğru değil. Kariyerinde neler yaptığı ortada. Fakat 2008-2009 sezonunda Beşiktaş'ı hem ligde şampiyon hem de kupada yapmış olsa da bana göre Beşiktaş ile kimyası hiç uymadı. Mustafa Denizli'nin ''Kontrollü futbol'' temalı oyun anlayışı bu takımda mümkün olmadı. Bence hocanın takımı bırakması ya da gönderilmesi Beşiktaş adına olumlu bir olay oldu. Mustafa Denizli'nin takımı kontrollü futbol oynatmak uğruna, yolunu kestiğini düşünenlerdenim. Beşiktaş bu ülkenin 3 büyük takımından biri ise, o zaman kendi liginde bu kadar kontrollü ve defans anlayışlı futbol oynayamaz. Bu siyah-beyaz renklerin doğasına aykırı.