12 Kasım 2010 Cuma

Galatasaray'lılar İzin vermeyin!


Hagi, en kritik dönemde Galatasaray'ın başına gelmeyi kabul ederek ne kadar cesur biri olduğunu bize gösterdi. Rijkaard'ın karmaşık Galatasaray'ından sonra, oyuncuların kendine güveni kaybolmuşken, böyle bir görevi kabul edip, elini taşın altına koymak sadece gerçek Galatasaray'lıların yapabileceği bir şey. Ne kariyerini düşünmek ne de geleceğini. Sadece Galatasaray sevgisi.

''Hagi'nin kaybedeceği bir şey yok'' diye düşünenler ya Galatasaray'lı değildir ya da Hagi'nin Galatasaray sevgisini bilmeyenlerdendir. Galatasaray başarısız olursa, Hagi bu takımın antrenörü olmasa bile kendini kaybetmiş hissedecektir ki şu anda Galatasaray'ın teknik direktörü ve tüm gücüyle Galatasaray'ı bu durumdan kurtarmak için çalıştığına eminim.

Bu yazıyı yazmamdaki amaç Hagi'ye destek değil köstek olmak için tüm mesaisini harcayan gazeteciler. Adam Kadıköy'den puan alıyor ki 10 senedir olmayan bir şey bu ''Çok defansif oynattı takımı!'' yorumu alıyor. Kupada Denizlispor'u yeniyor ki bu takım Bank Asya'da daha yenilgi yüzü görmemiş lider takım. Bu sefer ''Bi zahmet Bank Asya takımını da yensinler''deniliyor. Trabzon maçında iyi mücadele eden bir Galatasaray izliyoruz ama kişisel hatalar yüzünden maçı kaybediyoruz ''al işte yenilgiler başladı'' deniliyor. Oyuncu değişikliği yapıyor ''en yanlış değişikliği yaptı'' diyorlar.

Bu insanlar Galatasaray'ın 10 puan bile geriden zirveyi takip etmesine dayanamayan kişiler. Hagi'nin takıma olumlu etkiler yaptığını bilip ama içlerindeki korku yüzünden bu insanı aşağılayan gazeteciler(!). Bu insanlar Galatasaray'ın gücünün farkında olup bu durumdan endişe duyanlar. Her an, geriden de takip etse, şampiyon olabileceği ihtimalini bilip buna önlem almak isteyen insanlar.

Hagi Galatasaray'ın ilk başına geldiği ve ayrıldığı dönemden sonra çok iyi dersler çıkarmış. Buradan kopmayıp, tekrar kendine şansın geleceğini düşünerek ''Türk futbolunda nasıl doğru teknik direktör olunur''a iyi hazırlanıp şimdi bu fırsatı en iyi şekilde kullanan biri. Öyle asisstler, akıl almaz goller atan birinin futbola aklını ve zekasını koymadan bu işi yapabileceğini düşünemeyiz. Hagi, kendini geliştirme kapasite çok yüksek bir insan. Kaybettiklerinden dersler alıp, gereken ve ayağa gelen aynı şansı tepmemek için zekasını ve tecrübesini kullanacak kadar akıllı bir insan. Kimsenin şüphesi olmasın ki Galatasaray onunlayken emin ellerde. Size ''başarılı olur''un sözünü veremem ama Galatasaray için gerekli ve doğru olan her şeyi yapabileceğinin sözünü verebilirim çünkü ona bu derece güveniyorum.

Basının ve yorumcuların Hagi'ye karşı tutumu çok doğal. Eğer Galatasaray bir çıkış yakalarsa, yeni stadıyla beraber rakiplerine ciddi farklar atabilecek potansiyele sahip. Bu insanları aldırmadan, takıma ve kulübe tam desteği verip, iç savaş çıkarmak isteyen kitle ve kişilere karşı tepkimizi bir Galatasaray'lı olarak koymalıyız.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Yeni dönem


Galatasaray'ı yönetememesi Rijkaard'ın kötü hoca olduğunu göstermez. Bu güne kadar üst düzey futbolcularla çalışmış Rijkaard, onları kampa almak zorunda değildi, onlara maç öncesi inançlı motivasyon konuşması yapmak zorunda değildi, onları kadro dışı bırakarak disipline sokmak zorunda değildi. Çünkü çalıştığı futbolcular 6 yaşından beri bu disiplinin bilinci altına alınmış ve dışarıdan harici destek almak zorunda olmayan oyunculardı. Rijkaard gitmeliydi. İyi bir insan, iyi bir futbolcu ve başarılı bir teknik direktör olabilir ama futbolculara güvenmediğini hissettirdikten sonra tekrar o sahip olduğu oyuncu gurubuna istediklerini yaptırması zordu.

Hagi dün oynanan derbide bana kesinlikle liderlik vasfını hissettirdi. Ben futbolcu olsam saha kenarında kendini hırpalayan ve hiçbir zaman kaybetmeyi kabullenemeyen bir hocanın olması beni motive eder. Taraftarın beğenmediği Pino dün o kadar hazırdı ki sanki sezon başından beri bu takımın tek forveti oynuyormuş hissi verdi. İlk zamanlarda ayağına topu aldığı anda kaybeden yapısı varmış gibi hissettirmesine rağmen dün topu saklaması ve dikine dribblingleri ile gerçekten iyiydi. Sezon başı herkesin ''bu Cana da kim?'' dediği adam dün ortasahada hem Alex'i kapadı hem de 3. stoper olarak savunmayı rahatlattı. Tam bir görev adamı olduğunu gördük. 2 senedir taraftardan yemediği küfür kalmayan Elano ise nefesi bitene kadar tartışmasız sahanın en iyisiydi. Ayağına aldığı her topu olumlu kullandı. Yaptığı şık hareketlerle Güney Amerika'lı olduğunu da hissettirdi. Sanki her hafta derbi oynarmışcasına da soğuk kanlıydı. Ben aynı düzeye Misimovic'in de çıkacağına eminim. Bu saydığım futbolcular Rijkaard döneminde hep suçlarınıyordu. Peki neden?

2 tane ana nedeni var. 1.si bu oyuncu grubu Rijkaard'ın oynatmak istediği 4-3-3 taktiğine uygun profile sahip olmayan oyunculardı. Dün gördüğümüz kalabalık ve yardımlaşan ortasaha, hem futbolcuların birbirlerine daha yakın oynamasına sebeb oldu hem de direnci arttırdı.

2. neden ise futbolcuların kendilerine güvenen birini başlarında hissetmesi oldu. Yani motivasyon arttı. Galatasaray futbol takımı dirençli ortasahasını yaratıcı oyuncularla harmanlayarak ''Galatasaray'' olmuştur. Galatasaray yeni bir döneme girdi. Antalyaspor maçında Samiyen'de baskılı futbolu sürdüreceğimize inanıyorum. Misimovic'in de artık takıma oturacağına inananlardanım.

19 Eylül 2010 Pazar

Kadrodan yararlanmak

Takımın başında Rijkaard olunca ve kadroda oyunu değiştirebilecek bu kadar fazla oyuncu varsa ve takım her hafta kötü futbol sergiliyorsa biz taraftarlar bunun nedenini sorgularız. Galatasaray herhangi bir kulüp olmadığından alınan galibiyetlerin yanı sıra göze hoş gelen futbol da sergilemek zorunda. Yapılan pahalı transferler de bunu sağlamak için zaten.

Her hafta bu kötü futbolu gören biz taraftarlar takımı oluşturan parçaların çok kaliteli isimler olduğunu bildiğimizden her hafta ''takım bu defa düzelir'' umuduyla maçları izliyoruz. Ama nedense her hafta o başlama vuruşu yapıldığında saçma sapan uzun toplar ve 2 pas yapamayan takımla karşılaşıyoruz. Dün alınan Buca galibiyetinden sonra seviniyoruz ama maç bittikten sonra gelinen duruma üzülmemek de elde değil. Galatasaray lige yeni çıkmış bir takıma karşı 3 şut çekiyorsa ve şans denilebilecek bir gol ile galip geliyorsa bunu düşünmek gerekir. Galatasaray en umutsuz olduğu, kadrosunun çok mütevazi olduğu dönemlerde bile ligde gittiği deplasmanlarda aciz duruma düşmez her şekilde topu karşı sahaya yıkmayı becerirdi. Üzüldüğüm nokta Galatasaray bu kimliğini kaybetmeye başladı. Artık 4-3-3 sevdasına ard arda 4 pas yapamaz olduk. O topu karşı kaleye yıkan, kanatlardan bindiren ve aynı zamanda dikine hızlı oynayabilen takım, eski dönemlere nazaran daha iyi bir kadroya sahip olmasına rağmen istenilen düzeyin çok gerisinde.

Bunu söylemekten bıktım fakat kesinlikle elimizdeki kadro yapısı 4-3-3 oynamaya müsait değil. Bu sistemi gerçek anlamdayerine getirmek için ortasaha oyuncularınızın gerçek anlamda oyunu 2 yönlü ouynuyor olması lazım. Pas alırken nereye oynayacağını bilen, top rakipteyken nerede durmasını bilecek oyuncu profillerine sahip değilseniz ortasahada zaten bu sistemi sahaya yansıtmanız mümkün değildir. Burada şunu sorgulamak gerekir; teknik direktör elindeki kadro yapısına göre sistemi mi oluşturmalı yoksa oynatmak istediği sisteme göre oyuncularını mı eğitmeli. Madem Rijkaard 4-3-3'de bu kadar ısrarlı o zaman neden kendisi bu sistemin en önemli yeri olan ortasahaya daha kreatif ve oyunu 2 yönüyle gerçek anlamda oynayan futbolcular aldırmadı! Ya da aldırmak istemesine rağmen istediği oyunculara sahip olamayan Rijkaard elindeki kadroyu neden daha iyi yararlanacağı bir sisteme oturtmaktan bu kadar korkuyor!

Galatasaray şuanki döneminden daha kötü olamaz. En azından oyun olarak! Bu yüzden 4-3-3'ün değişik varyasyonlarını sahaya yansıtmaya çalışacağına, başka sistemlerle, elindeki Misimovic, Arda, Baros, Kewell gibi futbolculardan yararlanmanın formülünü aramalı! Aksi taktirde bu futbolcuların Galatasaray'da oynamasına gerek yok! Ne de olsa yararlanamıyorsun! Bu; sahip olduğun playstation 3'ü eski model bir tüplü televizyona scart girişinden bağlamak gibi bir şey! İstenilen elde edilemedikten sonra elindekinin ne olduğunun önemi yok.

16 Eylül 2010 Perşembe

Ah 4-3-3 ah!


Galatasaray'ı yaklaşık 1 senedir rahat maç kazanır şekilde görmüyoruz. Geçen sene bu zamanlar 5-6 tane atıp 2 gol yediğimiz dönemleri geride bırakıp 1 gol atıp 1 gol yeme ya da 1 gol atıp 2 gol yeme dönemine girmiştik. ''Geçen sene başı bu takım 4-3-3 oynuyordu da şimdi niye oynayamasın?'' lafına kesinlikle katılmayanlardanım. Geçen sezonki ilk 4-5 haftalık periyot ligin çok başıydı ve kesinlikle bir ölçüt olamaz.

Galatasaray'ın elindeki kadrosunu tam anlamıyla kullanabilmesi için kesinlikle bu orta saha düzeninden vazgeçmesi lazım. Bunun adı taktiksel açıdan ne olursa olsun! tüm orta saha sadece Mustafa Sarp ve Ayhan'a emanet edilemez.

Galatasaray 4-4-1-1 gibi bir sistemde kesinlikle çok daha potansiyelini yansıtabilecek oyun sergileyecektir. Türkiye'de oynanan futbolun güce ve kondisyona yönelik oynandığını biliyoruz, tüm ortasahayı sadece 2 oyuncuya bırakmak intihar etmekten başka bir şey değildir. 4'lü savunmanın tam önünde 2 tane defansif özellikleri yüksek ve aynı zamanda top dağıtabilecek oyuncular kullanılmalıdır. Eğer 4-4-1-1 oynanılırsa saç baş yoldurtan Ayhan bir anda taraftarın sevgilisi haline dönüşecektir. 4-4-1-1 sadece sahaya dizilişte değil stratejik açıdan da farklılıklar gösterir. Yani; sağ ve sol açık oyuncuların orta sahaya daha fazla yardım etmesi demektir. bu da demek oluyor ki ortasahanın ortasında oynayan oyuncuların daha ekonomik oynayacak. Aynı zamanda demek oluyor ki ortasahanın ortasında oynayan oyuncular 60 70 metrede değil 30 40 metrede oynayarak pozisyonlarını kaybetmeyecekler bu da takıma az pozisyon verme konusunda yardımcı olacak. en uçtaki 1-1 ise Baros ve Misimovic'den başkası olamaz. Misimovic hem forveti çiftleyecek hem de önünde oynayan oyuncuya assist kralı olacak kadar gol attıracak potansiyele sahip. 4-3-3 demek kontrollü futbol demek değil maalesef. Risk almak demek.

4-4-1-1 ya da benzeri bir sistemde takım birbirine daha yakın oynayabilecek. Misimovic, Arda, Elano gibi oyuncuların yakın oynaması demek rakip kaleye daha hızlı yol almak demek. 4-3-3'deki sistem kopukluğundan dolayı oyuncuların da tam olarak potansiyellerini yansıtamadığını görmemek elde değil. Hayır 4-3-3 oynayarak fazla pozisyona girsek, daha yırtıcı oynasak bu belki pozisyon verme konusunda göz ardı edilebilir. Fakat rakibe bu kadar rahat pozisyon verip aynı zamanda rakip kalede zar zor pozisyonlar bulmak Galatasaray'a hiç yakışmıyor!

Rijkaard büyük hoca kabulümüz. Fakat artık bu sistemin iş yapamayacağını görmesini istiyoruz! Kendisinin bu sistemde ısrarcı olmasının ileriye yönelik bir ışık gördüğü anlamına geliyor olmasını dilemekten başka bir umudumuz yok zira kendisi bu sistemden dönecek gibi durmuyor. Umarım haklıdır.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Misimovic


''Bundesliga'da boşnak rüzgarı'' adlı yazımda Dzeko ve Misimovic'in ne kadar büyük oyuncular olduğunu yazmıştım. Yazıyı yazdığım dönemler Misimovic'in Galatasaray'a gelme ihtimali falan yoktu. Dedikoduları bile çıkmamıştı. Açıkcası dedikodularının çıktığı dönemde bile inanmak güç gelmişti. Tek umut Wolfsburg'un Diego'yu takıma katmasıyla varolabilirdi. Galatasaray taraftarı uzun süre bu transferin gerçekleşmesini bekledi ve sonunda transfer gününün en son günü Misimovic'in Galatasaray'a geldiğini öğrendik.

Misimovic'in top tekniği bir Lincoln değil ama profesyonelliği Lincoln'un bayağı bir üstünde. Fiziksel açıdan Lincoln'e göre daha kuvvetli. Topu saklama becerisi yine Lincoln'den daha üstün. Boşnak futbolcular, Brezilyalı oyunculara göre Türkiye liginde daha çok iş yapabilme potansiyeline sahipler. Fizik olarak onlardan daha üstün oldukları bir gerçek. Ülkemize daha yakın bir coğrafyadan geliyorlar. Alışma süresi yok denecek kadar az. Boşnak futbolcuların ortak özellikleri hepsinin belli bir top tekniğinin üzerinde olması ve savaşcı olmaları. Fiziksel açıdan hepsi bir standartın üzerinde. Misimovic, Duran toplarda hakikaten çok yetenekli bir oyuncu. Oyunu okuma özelliği muhteşem. Hep agresif ve dikine oynamaya çalışan bir futbolcu.

Bugün Misimovic'i izleme fursatı bulacağız. Bence Galatasaray'ın son zamanlarda yaptığı en isabetli transfer. Bundesliga asisst kralını getirip, onun iş yapmama ihtimalini konuşmak sadece kıskançlığın göstergesi olabilir. Önünde oynadığı Dzeko ve Grafite gibi isimleri gol kralı yapan Misimovic kesinlikle Baros'a da gol kralı olma konusunda büyük katkılar sağlayacaktır.

9 Temmuz 2010 Cuma

Lorik Cana yorumu


Mehmet Topal Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra artık herkes onun oynadığı bölgeye yapılacak transferi bekler olmuştu, hatta transferleri. Dün bu transferlerden ilkini Galatasaray yönetimi açıkladı. Lorik Cana artık Galatasaray'daydı. Bu transferin doğru olup olmadığını yorumlayabilmek için Mehmet Topal'la Cana'yı kıyaslamak gerekir. Mehmet Topal uzun bacakları ve markaj sezileriyle o bölgede aranan tüm özelliklere sahip bir futbolcu. Bu tamamen doğru. Zaten öyle olmasa İspanya'nın büyük kulüplerinden birine transfer yapamazdı. Eksik yanlarına gelince yeteri kadar yırtıcı ve savaşcı olmaması ve aynı zamanda o bölgede oynayan bir oyuncu için yeteri kadar güçlü olmaması. Lorik Cana ise Mehmet Topal'ın aksine belki de gereğinden fazla savaşcı ve topu kazanmak için her şeyini veren bir oyuncu. Mehmet Topal gibi ''örümcek'' bacakları olmasa da top kapma sezilerinin çok güçlü olduğunu görmemek mümkün değil. Aynı zamanda transferin doğru olduğunu kanıtlayan bir diğer artı özelliği ise Fransa va Premier lig tecrübeleri olması. Ortasahanın ortasında oynayan bir oyuncu için liderlik vasfınında önemli olduğunu düşünen biri olarak, Lorik Cana transferinin Mehmet Topal'ın yerine alınan bir oyuncu olarak çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Umarım hırsı kırmızı kart olarak minimum seviyede Galatasaray'a döner. Yanına bir tane daha bu tarz savaşcı ortasaha oyuncusu alınması halinde Galatasaray'ın geçen seneki ''pozisyon yeme'' zaafını en alt seviyeye çekeceğine inanıyorum. Hayırlı olsun.

17 Haziran 2010 Perşembe

Gökhan İnler ve gibileri!


Tüm Dünya liglerinde en iyi Türk ortasaha oyuncuları arasında ilk 5 listesi yapsak heralde Gökhan İnler listenin başlarını zorlar. Mehmet Aurelio'ları o mevkiye yerleştirmeyi deneyen bir milli takımımız varken Gökhan İnler'in nasıl olur da milli takımımıza çağrılmadığı merak konusu. Ne kadar düzensiz ve programsız bir milli takım heyetimiz olduğunu, hiçbir planlama yapılmadan hareket edildiğini gösteren bir durum bu. Şu an Gökhan İnler İsviçre Milli takımının kaptanı. Dün kazanılan İspanya galibiyetinde en önemli rolü oynayan, tüm ortasahanın yükünü çeken isim. ''Milli takımımızın en zayıf bölgesi neresi'' diye sorulursa defansif ortasaha demek mümkün.

Gökhan İnler hem şut atabilen, hem iyi pas atabilen, hem markaj ve fizik kondisyon özelliği çok yüksek olan bir futbolcu. Yani o mevki için gerekli olan tüm özelliklerin en iyileri kendisinde mevcut. Şu an eminim ki, altyapılarda genç ve en az Gökhan kadar yetenekli oyuncular var. Bunlar gurbetci oyuncularımız da olabilir. Fakat ileride hangi milli takımın formasını giyecekleri soru işareti. Çünkü bizimkiler ''yetiştirme'' olayına karşılar. Bir futbolcu ''olduğu'' zaman onu takıma almayı düşünüyorlar. Onun gelişimi, ilerideki yükseliş potansiyeli ile ilgilenmek yok! Ondan sonra da onunla tüm gelişimi boyunca ilgilenen ülkenin futbol takımını seçtiğinde ''neden onu seçti?, nasıl Türk bu?'' gibi cümleler kurmak bizim vatani görevimiz haline geldi. Eminim ki alt liglerde, alt yapılarda en az Gökhan kadar genç ve yetenekli ama bizim milli takımımız tarafından izlenmeyen oyuncular var. Bu oyuncuları keşfedip milli takıma kazandırmak sadece Hiddink'ten beklenemez. Bu iş için Türk olmak gerekir. Hiçbir insan başka ülke için, ne kazanıyorsa kazansın kendi ülkesiymiş gibi düşünemez. İlk önce iyi bir ''scout'' sistemi kurulmalı milli takıma. Zaten sonra Gökhan İnler gibiler elimizden kaçmaz, tam tersi milli takımımıza %100 verimli olurlar.

6 Haziran 2010 Pazar

Bedava pasta ve Rijkaard!


Dün gazetelere göz atarken bir tanesinde Rijkaard'ın evliliği ile ilgili bir habere rast geldim ve okumaya başladım. Rijkaard'ın Hollanda'daki evlilik törenine Türk basınından da birileri gitmiş, görüntü almaya v.s. Gidecekler tabi görevleri bu.

Haberde; Hollanda vatandaşı olmayan gazetecilere misafirperver davranılmadığı ve sadece dışarıdan görüntü alınmasına izin verildiği şiddetle vurgulanarak, Hollandalı meslektaşlarının istedikleri gibi yiyip içtikleri ve tek kuruş hesap ödemeden geceyi tamamladıkları söyleniyor. Tahmin edebiliyorum; eğer ben de gazeteci olsam içerde ne var ne yok görmek isterim, görüntü almak isterim. Hatta hesabımın da Hollanda vatandaşı meslektaşlarım gibi töreni düzenleyenler tarafından ödenmesini isterim! Tabi bu Türk gazeteci abilerim istedikleri gibi yiyip içemediklerinden, içeride görüntü alamadıklarından dolayı bunun hırsını almak zorundalar! Rijkaard'ı, Galatasaray yönetimini ve taraftarlarını huzursuz edecek haber çıkararak hemen atağa geçmişler.

Habere göre; Rijkaard'ın evlilik törenine sadece tercümanı Mert ve kaleci antrenörü Nezih Ali'nin katıldığı, Galatasaray yönetiminden ve futbolcularından kimsenin törene davet edilmediği vurgulanıyor. Kardeşim nereden biliyorsun. Belki Adnan Polat çağrıldı da gitmek istemedi? referansın ne? neye dayanarak bunu yazıyorsun? Hadi yazdın; nerden duyduğunu da belirtsene! Bu 2 kişiden başka Galatasaray'dan kimsenin çağrılmamasını da gazeteci enteresan şekilde yorumluyor. Ona göre Galatasaray ile Rijkaard'ın bağları kopmak üzere. Kimsenin günahını almak istemiyormuş ama aklına bu geliyormuş. Peki kardeşim bağlar kopmuş da neden Mehmet Helvacı ve Adnan Polat sezon bittikten sonra Rijkaard'dan memnun oldularını ve gelecek sezon onunla beraber çalışacaklarını defalarca deklare ediyorlar?!

Eğer isteğin bedava düğün pastasından yemek içmekse kardeşim, bunu Rijkaard'ın düğününü düzenleyen insanlarla konuş. Hıncını almak için koskoca Galatasaray kulübü taraftarlarını, futbolcularını ve yönetimini kullanma!

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mustafa Denizli ve Beşiktaş'ın kimyası


Mustafa Denizli sağlığı nedeniyle görevinden istifa ettiği açıklandı. Buna inanmak istesem de pek inanılası değil. Bir anda gelecek sene için planlama yapan hocanın, yaptığı planlardan 1-2 hafta sonra ''rahatsızım görevi bırakmak istiyorum'' diyebilecek olması bana çok mantıklı gelmiyor. Eğer öyleyse de geçmiş olsun, Allah uzun ömür versin.

Beşiktaş Ertuğrul Sağlam'ın görevine son verdikten sonra Mustafa Denizli ile şampiyon olmuştu. Bu şampiyonluğun pozitif futboldan kaynaklandığını söylemek güç. Şans, taraftar inancı ve son haftalara girilirken avantajlı olmanın konsantresi ile şampiyonluğa ulaşmıştı Beşiktaş 2008-2009 sezonunda. Bu şampiyonluğun Mustafa Denizli mucizesi olduğunu söylemek güç olur. Beşiktaş 2009-2010 sezonuna önceki sezon 2 kupayı müzesine götürmüş bir takım olarak başlasa da aşırı defansif futbolu ve ileride oynayan oyuncuların son vuruş beceriksizlikleri bu sene Beşiktaş'ı şampiyonluktan uzak tuttu. . Mustafa Denizli'nin en büyük özelliği olan ''oyuncuları maça hazırlama'' konusunun ekmeğini çok yediğini söylemek mümkün olmadı bu sene. Eğer ki takım biraz şampiyonluk potasına girip orada iddalı olabileceğini gösterseydi, Mustafa Denizli'nin konuşmaları efektif bir biçimde yarar sağlayabilirdi. Fakat hiç top oynamayan bir takımın sadece motive olmasıyla maç kazanması da beklenemez.

Mustafa Denizli'nin başarılarını burada tartışmak doğru değil. Kariyerinde neler yaptığı ortada. Fakat 2008-2009 sezonunda Beşiktaş'ı hem ligde şampiyon hem de kupada yapmış olsa da bana göre Beşiktaş ile kimyası hiç uymadı. Mustafa Denizli'nin ''Kontrollü futbol'' temalı oyun anlayışı bu takımda mümkün olmadı. Bence hocanın takımı bırakması ya da gönderilmesi Beşiktaş adına olumlu bir olay oldu. Mustafa Denizli'nin takımı kontrollü futbol oynatmak uğruna, yolunu kestiğini düşünenlerdenim. Beşiktaş bu ülkenin 3 büyük takımından biri ise, o zaman kendi liginde bu kadar kontrollü ve defans anlayışlı futbol oynayamaz. Bu siyah-beyaz renklerin doğasına aykırı.

28 Mayıs 2010 Cuma

Platini vs Erzik


Euro 2016 ev sahipliği için finalde her ne kadar İtalya'da olmuş olsa aslında finalin Türkiye ve Fransa arasında geçeceği önceki oylamalar ve uefa'nın raporlar doğrultusunda yaptığı açıklamalarda belliydi. Şenez Erzik'in Platini'nin adamı olduğu, onun dediklerini ve yaptırmak istedikleri konusunda sadık kaldığını çok okuduk. Ama buna hiçbir zaman inanmadım. Bir insan milliyetçi olmasa bile girdiği her organizasyonda ülkesi adına doğru olanı yapmak ister. Hele ki yarıştığınız kulvarda Fransızlar varsa!

Bu doğrultuda finalde Fransa ve Türkiye yarıştığında, aslında uefa delegelerini ikna etme olayı sadece hazırlanan raporlara ve prezentasyonlara bağlı değildi. Uefa'nın en üstündeki iki adamı Platini'nin Fransız olması ve Şenez Erzik'in Türk olması bu yarışın daha farklı bir boyut kazanmasını sağladı. Platini futboldan gelme biri. Yani o futbolcu çingeneliğine sahip. Şenez Erzik'in yüzüne gülüp de nereden ne koparırım, nasıl oy alırımı kovalayan bir görünümü var. Aslında tarafsız gibi görünüp Şenez Erzik'in de öyle olmasını isteyen tavırları tamamen bir oyun. Şenez Erzik bir gerçek ki Platini'nin sahip olduğu yetkilere sahip değil. Platini sadece konumundan ve yine sadece Fransız olmasından dolayı bile oy verecek kişileri daha çabuk etkileyebilir. Şenez Erzik de bir avrupa ülkesi olmayan(!) Türkiye'nin UEFA'da bir temsilcisi, UEFA asbaşkanı.

Şenez Erzik'in oylamadan sonra ki sinirli tavırları kesinlikle Platini'nin adil gibi görünen ama içten pazarlıklı tavırlarınaydı. O yüzden Şenez Erzik ''UEFA başkanı için iyi bir sonuç değil'' diyerek Platini'ye gönderme yaptı. Şenez Erzik'in demek istediği; Türkiye'nin sadece 1 oyla Fransa'ya kaybederek, aslında içten pazarlıklı olan Platini'nin o kadar oyunlarına rağmen ev sahipliğini zorla kazanmasıydı. Platini'ye selam olsun.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Barselona'yı tahttan indirmek için getirilen adam: Jose Mourinho.


Sizce Dünya üzerinde Jose Mourinho gibi bir adam olmasaydı Real Madrid'in başında 96 puan toplayan Pellegrini işinden edilir miydi? Bu çok tartışılır. Real Madrid'in teknik direktör değiştirme konusunda Türk takımlarından esinlendiği bir gerçek fakat Pellegrini'nin toplamda 102 gol atıp 35 gol yiyen bir takım yarattığı da bir gerçek. Burada sorulması gereken soru: Barselona mı çok iyiydi yoksa Real Madrid istenilen seviyeye çıkamadı mı? Olaya böyle yaklaşınca Real Madrid'in yarıştığı diğer kupalara bakmak gerekiyor. İspanya Kupasında 3. lig takımına elendiler. Buna ''bilerek elendiler'' diyen kişilerin sayısı epeyce fazla. Hadi diyelim bilerek İspanya kupasından elendiler. Peki ya Şampiyonlar Ligi'nden de mi bilerek elendiler? Hem de hiçbir şekilde kendilerine rakip olmaması gereken Lyon'a!


Mourinho Neden Real Madrid'e?

Benim görüşüm; Real Madrid'in ligdeki durumundan çok Şampiyonlar Ligi'nden beklentilerin altında elenmesi hem Pellegrini'nin hem de Jose Mourinho'nun seneye 2009-2010 sezonunda oldukları takımlarda olmayacaklarını gösterdi. En azından Şampiyonlar Ligi serüveninin erken bitmesi Pellegrini'nin bu takımda kalmasını iyice zorlaştırmıştı ama genel olarak bakıldığında ligde pozitif futbol oynayan bir takımdı Real Madrid. İnter'in de yarı finalde Barselona'yı elemesi, İnter'in başındaki Jose Mourinho'yu Real Madrid'in teknik patronluk koltuğuna itiyordu. Bunu hem kendisi hem de Real Madrid yönetimi biliyordu. Dünyanın en iyi teknik direktörü olduğunu bu sene İnter'i kupa beyi yaparak bir kez daha gösterdi. Ve yine dünyanın en iyi takımlarından birinin onca yıldıza rağmen istenilen seviyeye ulaşamaması, bir şeyleri görmek için pek de zor değildi. Mourinho hem nefret ettiği Barselona'yı devirmek hem de farklı üç takımla Şampiyonlar ligini kazanmayı hedefliyor. İş böyle olunca, Real Madrid'in Mourinho'ya, Mourinho'nun da Real Madrid'e ihtiyacı var.

Mourinho, sadece Real Madrid için ve İspanya'da futbolu takip edenler için değil dünya üzerindeki tüm futbol hayranları için de heyecanlandırıcı bir transfer. Basınla sivri dilli konuşması, rakip teknik direktörler ve oyuncularla girdiği diyaloglar, kazanma hırsı, futbol aşkı, kaybetmeyi kabullenemeyen yapısı, duygusal yanı, sadece la liga'yı takip etmek için bile yeterli özellikleri. Guardiola ile gireceği diyalogları ve El Clasico'yu şimdiden merak edenlerin sayısı yeterince fazla. Jose Mourinho ''futbol asla sadece futbol değildir'' cümlesinin en önemli örneğidir.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Mourinho ağlıyor!



Hep sivri dili ve karizmatik hareketleriyle ilgi çekti. Ama bir takımı ve oyuncuları nasıl sahiplendiğini bu videoda görebilirsiniz. Onun için 2 sene boyunca büyük emekler verdiği İnter'den ayrılmak hiç de kolay olmadı. Karizmatik ve sivri dilli olabilir ama aynı zamanda fazlasıyla duygusal.

25 Mayıs 2010 Salı

Çağlar Birinci Galatasaray'da!


Hakan Balta'nın sakatlığı nedeniyle 2008 eylülünde oynanan ve 1-1 sona eren Türkiye - Belçika maçında çoğumuz tanıdık onu. Fatih Terim, Hakan Balta'nın yokluğunda sol bek mevkiinde yaşanan sıkıntı nedeniyle Çağlar'ı milli takıma çağırdı. O maça gitmiştim. Ve tabii ki Çağlar hakkında tereddütlerim vardı. Sonuçta milli takımda oynamak bir tecrübe ister. Saraçoğlu tıklık tıklım iken heyecanlanmak ve kontrollü oynamak zordur. Maç başladığında Çağlar sanki 10 senedir milli takımın sol bekinde oynuyor edasıyla gayet sakin ve başarılıydı. 1985 doğumlu bir oyuncu. Yani o maç oynanırken futbol için genç sayılacak bir yaştaydı, 23. Çağlar Birinci hakkında tüm bildiğim bu idi. Galatasaray'a transfer olunca araştırma gereğinde bulundum ve Galatasaray'a ne katar, ne götürür onu düşündüm.

Galatasaray'ın asıl sol beki bilindiği üzere Hakan Balta'dır. Manisaspor'dan transfer edildikten sonra, performansından ötürü Milli takıma çağrılan ve gün geçtikce Türkiye'deki en iyi sol bekler arasına giren bir oyuncu Balta. Roberto Carlos'a bile sorulduğunda Türkiye'deki en iyi sol bekin Hakan Balta olduğunu söylemişti. Fiziği ve kontrollü çıkışlarıyla gayet oturmuştu Galatasaray'ın sol arkasına. Arda sol tarafta oynarken ikisinin uyumu çok başarılıydı. Rijkaard stoperlerin ayaklarına olan hakimiyetlerinden şikayetçi olunca, Hakan'ı stopere çekerek Caner'i sol beke koymuştu. Bu mevkiide de elinden geldiğince iyi oynasa da biz onu sol bekte görmeye alışmış ve orada daha başarılı olduğuna inanmıştık. Şimdi bakıldığında Lucas'ın yanına istenilen bir stoper bulunduğu zaman Hakan Balta mevkiisine kavuşacak ve bu takımın 1. sol beki olacak gibi gözükmektedir. Bu noktada Çağlar'ın performansı çok önemli. Hakan Balta'nın bana göre tek eleştirilecek yanı ofansa yeteri kadar desteği verememesi. Takım önde oynarken bile tereddütlü çıkışları onun en büyük eksiği gibi. Halbuki ileri çıkışlarında sol ayağı ile etkili ortalar yapabilmekte ve takımın ofansif yanına da katkı sağlayabilmektedir. Eğer Çağlar hem Hakan Balta'nın üst düzey yaptığı sol kanadı savunma olayını iyi yapıp bir de üstüne kontrollü ve çabuk geri dönme özelliğini eklerse Hakan Balta'yı yedek kulübesine oturtabilir. Bana göre Çağlar'ın en büyük artısı Hakan Balta'dan daha süratli olması. Yani bir bek oyuncusunda aranan en önemli özellik. Bunun yanında kademe anlayışı ve pozisyon alabilmedeki yeteneği de Çağlar'ın Galatasaray'daki kaderini belirler. Caner her ne kadar çabuk ve dikine çalım atabilme özelliği yüksek olan bir sol kanat oyuncusu olsa da, bek oyuncusu demeye dilim varmıyor. Defansif açıdan pozisyonunu bu kadar kaybeden ve top çalabilmedeki beceresinin bu kadar zayıf olması onun bir takımda bek oynamasını zora sokmaktadır.

Şimdi tabi ki sözleşmesi yenilenmeyen Caner ile Çağlar'ı kıyaslamak çok normal olacaktır. Çağlar'ın efektif ve kreatif olarak Caner gibi çalımları olmasa da takımın fizik gücüne artı katkı sağlayacağına ve kenarda oturan bir bek olarak bakıldığında Caner'den daha güvenilir bir isim olacağına inanıyorum. Caner'in yetenekleri bir bek oyuncusunun sahip olması gerekenlerle aynı doğrultuda değil. Kendisi Galatasaray'da sol açık oynayarak gayet başarılı işler yapmıştır zaten. Fakat bek oynadığında sıkıntılar yaşattığı da bir gerçektir. Bu yüzden Galatasaray bana göre sol açıktan zorla yapılmış bir beke değil de gerçek bir beke kavuşmuştur. Caner'i gönderip Çağlar'ı almak gayet mantıklı bir harekettir.

Bülent ''Uygun'' değil. (yanlış anons)


2009-2010 sezonunun devre arasında Manisaspor ile anlaşmak üzereydi Bülent Uygun. Bir televizyon kanalına bağlanarak büyük olasılıkla Manisaspor'un başına geçtiğini ve geçmemesinin artık sürpriz olacağını söyledi. 2 gün sonra kulüple hocanın anlaşamadığı haberleri çıktı ve Bülent Uygun bu takıma gitmedi.

2009-2010 sezonu sonu. Bülent Uygun Gaziantepspor ile her konuda anlaştığını açıkladı. Başkan ile resimleri gazetelere çıktı. Antep halkı hocayı karşıladı, sevgi gösterilerinde bulundu. Bu bir rastlantı mı yoksa Bülent hoca tam imzayı atmadan önce farklı isteklerinden mi bahsediyor? Bir teknik direktör basına çıkıp ''artık x takım ile anlaştım'' dedikten sonra bu imza atılmıyorsa bu işte bir yanlış var demektir. Her şey bitene kadar açıklama yapmayacaksın demektir. Neyin acelesi bu? Bundan sonra Bülent Uygun bilmemnespor'un başına geçti haberleri duyduğunuzda inanmayınız. Yanlış anonstur.

Harry Redknapp 2010'un en iyisi



Premier lig'in 2010 senesindeki ''en iyi teknik direktör'' ödülü Tottenham'ın hocası Harry Redknapp'a gitti. Tottenham ligi bu sene 4. bitirdi ve şampiyonlar ligine katılma şansı yakaladı.

Bu sezon Tottenham'ın başında ligde 38 maçta 21 galibiyet, 10 mağlubiyet ve 7 beraberlik aldı. Redknapp 2008 yılında Juande Ramos'un Tottenham'dan gönderilmesi üzerine takımın başına geçmişti.

Redknapp eskiden formasını giydiği Bournemouth'da 1986-1987 yılında 3. lig şampiyonluğu ve 1983 ve 1984 sezonunda da lig kupasını kazandı. 1999 yılında West Ham ile intertoto kupasını kazandı. Portsmouth ile 2007-2008 sezonunda Fa cup'ı 2002-2003 sezonunda 1. lig şampiyonluğunu, 2007'de Barclays Asia Trophy'i kazandı. 2008'de de Community Shild'de finale çıkarak kupayı kaybetti. 2009'da da Tottenham ile League cup finaline kadar çıkarak kupayı kaybetti.

23 Mayıs 2010 Pazar

Şampiyonlar Ligi Finalinden..




Jose kazandı, Van Gaal kaybetmedi.


Dünya kupası her sene yapılan bir organizasyon olsaydı, Şampiyonlar ligi kadar ilgi çekici olmazdı. Dünya kupasını Şampiyonlar liginden daha heyecanlı kılan, 4 senede bir yapılıyor olması. Aksi taktirde Şampiyonlar ligi daha prestijli olabilirdi bir futbolcu için. Buna rağmen; eğer mümkün olsaydı da hem Dünya kupası finali hem şampiyonlar ligi finali aynı gün aynı saatte başlıyor olsaydı, hangisini izleyeceğim konusunda ''gel-git''ler yaşardım, yazı turalar atıp, ''o piti pitiler'' olaylarına girerdim.

Bugün de İnter - Bayern Münih finalini izledik. Finalin ismini daha heyecanlı yapan takımların ismi değil, teknik direktörlerin ismiydi. Jose Mourinho eski hocası olan Van Gaal ile karşılaşıyordu. Finallerin magazinsel haberleri sahadaki futbolu daha da heyecanlandıran bir unsur olduğundan, futbolun en magazinsel teknik direktörü Jose Mourinho'nun da bir finalde olması maçın heyecanını 100'le çarptırdı bize. Jose'nin takımı sene içinde hep iyiydi. Kimse İnter'in oynadığı futboldan şüphe etmiyordu. Şampiyonlar ligi yarı finalinde Barselona'yı eledikten sonra bu futbol iyice beğenildi(!). Kısacası Mourinho'nun takımı daha ''takım''idi. Hem defansif olarak hem de ofansif olarak çok dengeliydiler. En büyük özellikleri de takım olarak çok iyi defans yapıyorlardı. En uçtaki oyuncuların bile rakip sahadaki defans anlayışları göze çarpıyordu. Yani; İnter'in böyle bir başarıya imza atması Bayern'in atmasından daha olasıydı. Gerek kadro yapısı, gerek takım olarak hareket edişleri, İnter'i Bayern'den daha kaliteli bir takım yapan önemli unsurlar. Ve tabi bu takımı takım yapan Portekizli Jose Mourinho.

Bayern'in teknik direktörü Van Gaal kesinlikle iyi ve tecrübeli hoca. Elinde bulunan kadro da çok iyi. Ama şuan Dünyanın tartışmasız en iyi hocası Jose Mourinho'dur. Van Gaal'in tecrübesi ve yetenekleri tartışılmaz. Kazandığı başarılar süper. Fakat Mourinho'nun zekası ve kendini mesleğinde hep yenileyen kişiliği, kibiri, Bobby Robson gibi bir isimle yıllarca çalışması, korkusuz olup kendine güvenmesi onu şuan Van Gaal'den daha iyi durumda kılıyor.

Evet bu akşam Milito'nun golleri ile Mourinho 2-0 kazandı. Ama Van Gaal kaybetmedi. Mourinho'nun kurduğu bu ''takım''ı finalde yenebilmek kolay iş değil. Van Gaal Bayern gibi bir takımı finale çıkararak zaten finalde kaybetse bile kaybetmeyecekti. Kendini hep güncel tutan, 60 yaşındaki bir hocanın sahip olduğu tecrübelere sahip olan Jose Mourinho söz verdiği gibi İnter'e şampiyonlar ligi kupasını getirdi. Takımını avrupanın en iyisi yaptı. Van Gaal ise öğrencisine yenilerek aslında kaybetmedi. Bayern gibi uzun yıllar avrupada adından söz ettirmeyen bir takımı avrupanın en önemli kupasında finale çıkarttı.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Güiza'nın 2010 Dünya Kupası Hayallerini bitiren adam; Fernando Llorente


Şu zamana kadar Fenerbahçe'lilerin Güiza'ya tahammül etmelerinin ve desteklemerinin en büyük nedeni, Güiza'nın Dünya'nın en iyi milli takımı olarak gösterilen İspanya milli takımına sürekli çağrılmasıydı. Bugün itibariyle artık bu da ortadan kalktı. Del Bosque Dünya Kupası için açıkladığı 23 kişilik kadroda Güiza'ya yer vermedi. İnsanlar ve daha çok da Fenerbahçe'liler, bu olayı garip karşılamalarına rağmen mantıklı düşündüklerinde İspanya milli takımı hocasının haksız olmadığını da düşünmüşlerdir.

Tüm hazırlık maçlarına istisnasız olarak çağrılan Güiza elbette ki bu olayı garip karşılamıştır. Fakat kendi kendine düşündüğü zaman da, kendisi de Del Bosque yerinde olsaydı heralde kendini almazdı. Neden?

Nedeni çok açık. Türkiye liglerinin kaliteleri ortada. Bir kere en büyük handikapı bu Güiza'nın. Eğer ligimiz gerekli değer ve seviyede olsaydı Süper lig'in gol kralı Makakula çoktan Portekiz milli takımına çağrılmıştı. 2. nedeni kendisinin düşün performansı. Heralde kendisi de ''şampiyon olsaydık kupaya çağrılırdım'' diye düşünmüyordur. Düşünmemeli zaten. Trabzon maçında gol mü atmadı? Attı. Ama kaçırdıkları olmasa heralde şampiyonluğun Fenerbahçe'ye geleceğini inkar edemeyiz.

Durum böyle olunca İspanya'da zaten ilk 11 oyuncusu olmayan Güiza'nın, Dünya kupasına gidip bench'den oyuna girerek fark yaratması çok da beklendik bir durum değil. Athletic Bilbao'da oynayan Llorente ve Barselona'nın genç yeteneğini Pedro'nun da bench'de olacak olması takımın forvet hattının Güiza'a neden kapandığını anlayabiliriz.

Athletic Bilbao'lu Llorente 1985 doğumlu ve Güiza'ya göre daha hareketli bir oyuncu. Boyu 1.95 olmasına rağmen ayaklarına hakim. Bu sezon 39 maçta 20 gol atmış. Pedro'nun süper performansından sonra zaten Milli takıma çağrılmasını bekliyorduk. Bosque'nin Güiza yerine uzun boylu pivot santrafor tercih etmesi yerinde bir tercih gibi duruyor. Kısacası Güiza'nın 2010 Dünya Kupası hayallerini yıkan adam Del Bosque değil Athletic Bilbao'nun uzun forveti Llorente'dir.

Ribéry’s replacement?


Şampiyonlar ligi finalinde cezalı olan eski Galatasaray'lı Ribery'nin maçta oynayamayacak olmasından dolayı Bayern Münih websitesinde Hamit'in her zaman hazır olduğunun altı çizildi. Hamit şampiyonlar ligi finalinde oynayacak 2. Türk olacak. İlk oyuncu ise Yıldıray Baştürk'dü.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Aziz Yıldırım ve ''tek büyüklülük''


Son anda kaçan şampiyonluklar futbol kulüplerinde şok etkisi yaratır. Bunun çok doğal olmasını kabul etmek gerekir. Taraftarlar, futbolcular, seven sevmeyen herkesin şampiyon adayı son haftaya girilirken Fenerbahçe idi. Bir denizli vakası başından geçiren Fenerbahçe bu sefer durumu tecrübeli bir şekilde yönetebileceğini düşündük. Aslında son maçta da şampiyonluğu hakkettiklerini söyleyebiliriz. Kaçan goller, sadece son maça bakılacaksa şampiyonu Fenerbahçe yapmalıydı. Ligin geneline bakıldığında ise şampiyonluğun Bursa'ya gitmesi en adil şeydi.

Aziz Yıldırım kaçan şampiyonluklar, Fenerbahçe aleyhine yapılan yorumlar, hakemlerin yanlış kararları üzerine yaptığı basın toplantılarında çok sakin fakat bir o kadar da içerik açısından öldürücü açıklamalar yapmaktadır.

Şunu sorgulamak gerekir. Eğer Fenerbahçe son maçta Trabzonspor'u yenseydi Aziz Yıldırım yine de Rüştü'nün Fenerbahçe'nin rakip takım futbolcularıyla mesajlaşmasını gündeme getirmek isteyecek miydi? Madem Başkan'ın dediği gibi Ülkenin en büyüğü Fenerbahçe o zaman neden kendinden ufak takımlara açıklama yapma gereğinde bulunuyor. Kendisinin Galatasaray şampiyonluğu son anda başka bir takıma kaptırdığında Fenerbahçe taraftarının sevinmeyeceğini düşündüğünü sanmıyorum. Dünyanın her yerinde bu iş böyle. İspanya'da Barselona son anda Şampiyonluğu başka takıma kaptırsa Real Madrid taraftarları buna sevinmez mi? Ya da İtalya'da 17'şer şampiyonluğu olan İnter ile Milan, diğerinin daha fazla şampiyonluğu olması durumunda üzülmeyecek mi? Tam tersi birinin şampiyonluğu kaybetmesi diğer takım taraftarlarının neredeyse şampiyon olmuş gibi sevinmelerine neden olur. Bu hiç de alınganlık gösterilecek ya da karşı ateş püskürtecek bir durum değildir.

Aziz Yıldırım 2009-2010 sezonunda kaçan şampiyonluk için düzenlediği basın toplantısında gayet medeni gibi gözüken açıklamalar yapan bir başkan havası sağlamak istedi. Fakat toplantının içeriği hiç de buna denk değildi. ''Fenerbahçe'nin tek büyük olduğu'', ''Rüştü'nün şike yaptığı'' gibi durumları sırf şampiyonluğu kaybettikten sonra hıncını almak için kurulan cümleler olduğunu düşünüyorum. Gerçekten Türkiye'nin en büyüğü olan kulübün başkanı böyle açıklamalar yapamaz. Bu da gösteriyor ki aslında Türkiye'nin en büyüğü olmak sadece sportif başarılarla değil, yönetim içindeki duruş ve tavır ile de gösterilmelidir. Bu da aslında Aziz Yıldırım'ın iddaa ettiği ''Türkiye'nin tek büyüğü Fenerbahçe'dir'' tezini çürütmektedir ve Türkiye'de bir gerçek olan ''Fenerbahçe düşmanlığını'' genişletmektedir. Bu da kesinlikle bir yönetim hatasıdır.

Galatasaray 2010-2011 Formaları

Galatasaray'ın internette dolaşan olası 2010-2011 formaları.












18 Mayıs 2010 Salı

Mehmet Batdal ve Serdar Özkan transferleri


Galatasaray, daha lig yeni bitmişken büyük olasılıkla daha önceden anlaştığı Bucaspor'un forveti Mehmet Batdal ve Beşiktaş'ın atak orta saha futbolcusu Serdar Özkan transferlerini bitirdiğini ve bu oyuncuların 3 senelik anlaşma imzaladıklarını açıkladı.

Galatasaray'lılar Serdar Özkan transferini duyunca pek mutlu olmuyorlar. Beşiktaş'ta sorunlu bir futbolcu olarak yansıdı hep bizlere. Yetenekli fakat potansiyelini sahada değil de daha çok gecelerde gösterdiğini duyduk. Bu da aslında Galatasaray formasını giyecek bir futbolcuya yakışmayan bir yaşam tarzı. Şunu söylemek de fayda var. Keita ile ilgili yazımda da bahsettiğim gibi Keita da aslında bu olaydan çekmişti. Transfer edildiği ilk zamanlarda ''alemci'' bir adam olduğunu okuduk her yerde. Bu da bizleri korkuttu. Hakkaten de aslında kendisi öyleydi Fransa'da. İstanbul'a geldiğinde ilk röportajlarından birinde ''ben de sizler gibi müslümanım ve Fransa'da ki yaşamım geride kaldı kendime dikkat edeceğim ve bu takıma layik olacağım'' gibi açıklamalarda bulunarak bu sporculuğa aykırı yaşamını inkar etmemişti. Serdar Özkan olayı da pek inkar edilecek bir şey değil. Fakat kendini değiştirmeyecek diye bir şey de yok. Aynı zamanda Beşiktaş'ın ne kadar da defansif bir takım olduğunu söylememiz yanlış olmaz. 3 ön libero ile kaç maça çıktığını biliyoruz. Böylesi defansif bir takımda atak oynayan 2-3 futbolcuya çok görev düşer ve performansları gerçekten üst düzey olmalı. Yeteneklerinin üstüne çıkarak bir şeyler yapmalılar. Serdar da Beşiktaş'ın defansif oyun sistemine aslında hiç de uymayacak bir futbolcuydu. Ben zaten merak ediyorum. Beşiktaş Quaresma'yı transfer ederse onun etkili olabileceğini neye dayanarak söylüyorlar? Oyun sistemini değiştirme gibi bir düşüncesi varsa Mustafa Denizli'nin belki bu işe yarayabilir. Serdar Özkan'ın Galatasaray'ın ofansif ve bol pozisyonlu geçen maçlarında kendini gösterebileceğine inanıyorum. Bonservisi elinde olduğundan sıfıra mal olan bu oyuncuyu ''ya tutarsa'' yaklaşımıyla takıma katmak yanlış değil çünkü hem Türk hem genç.


Mehmet Batdal'da bu sezon süper lig'e çıkan Bucaspor'un 1 numaralı golcüsü. 1.95'lik boyuna rağmen bileklerine ve ayaklarına bu kadar hakim az oyuncu var dünyada. Abartmak istemiyorum ama Hakan Şükür gibi olabilecek potansiyele kesinlikle sahip. Galatasaray'ın yerli bir forvet oyuncusuna ihtiyacı vardı. Ben de olsam yerli forvet olarak Batdal'ı tercih ederdim. Dribbling özelliği yüksek olan oyuncuların fazlalığı Mehmet Batdal'ın indireceği toplarla daha da önem kazanabilir. 4-4-2 sistemiyle beraber Baros'un yanında pivot santrafor olabilecek özelliklere sahiptir.

Bu iki transferin bana pozitif gelmesinin en büyük nedeni her iki oyuncunun da başarıya aç olması. Serdar Beşiktaş'da istenmeyen oyuncu olarak Galatasaray'a geldi. Eminim kendini göstermek isteyecektir. Bu da Galatasaray'a kesinlikle olumlu yansımalar yapacaktır. Mehmet ise tüm 2. yarı boyunca adından söz ettiren, büyük golcü olarak lanse edilen genç bir oyuncu. O da bunu düşünenleri mahçup etmek istemeyecektir. Galatasaray'a hayırlı olsunlar.

Mehmet Topal'ın psikolojisi


Kendinizi Malatya doğumlu, uzun burunlu bir genç olarak hayal edin. Malatya belediyespor'un altyapısında oynadığınızı hayal edin. Toprak sahalar, fileleri yırtık kaleler, taç çizgileri silinmiş sahalar..16 yaşında Çanakkale dardanelspor'dan teklif aldığınızı hayal edin. Altyapıda oynarken birileri sizi izleyip beğeniyor ve transfer etmek istiyor. Vay be..

Günler geçiyor Çanakkale'de oynarken Galatasaray'ın efsane oyuncusu Hagi sizi beğeniyor. Hayır olamaz.. Siz daha bir kaç sene önce toprak sahalar, yırtık fileler derken Galatasaray'ın ve dünya futbolunun efsane oyuncusu Hagi sizi beğenecek ve Galatasaray'a tavsiye edecek! Şaka olmalı! Galatasaray'dan resmen transfer teklifi alıyorsunuz. Türkiye'nin en büyük kulübü sizi almak istiyor. Gurura bak be! Dünyanın her tarafında taraftarı olan büyük bir camia sizi transfer etmek istiyor. Siz ki daha kısa bir zaman önce Çanakkale'ye transferinizin muhteşem bir şey olduğunu ve bunun keyfini çıkarıyordunuz ama birileri sizi farketti ve Galatasaray yolcusu oluyorsunuz. UEFA şampiyonu, Türkiye'nin gurur bir takıma gidiyorsunuz. Transfer bedeliniz de 1 milyon Dolar.



Günler geçiyor Gerets sizi Anfield Road'da Gerrard'ı marke etmeniz için görevlendiriyor ! Şampiyonlar Liginde oynuyorsunuz! Siz burada uzun bacaklarınız ve top çalabilmedeki yeteneğinizden ötürü avrupa'nın ilgisini çekiyor ve ''Türk Örümcek'' lakabını alıyorsunuz. Daha sonra hayalini kurduğunuz milli takım ile büyük bir başarı kazanıyorsunuz. Avrupa üçüncülüğü!

Nereden nereye.. 6-7 sene içinde toprak sahalardan başlayıp, Anfield road'da adınızdan bahsediyorsunuz. Milli formayla avrupa kupasında tüm dünya sizi izliyor. Günler geçiyor Galatasaray'da her zaman muhteşem futbol oynamasanız da beyefendiliğiniz ve çalışkan yapınızla Galatasaray'lıların sevdiği bir futbolcu oluyorsunuz. Bir gün menejerinizden bir telefon geliyor ve ''İspanya'ya gitmek ister misin ?'' sorusuyla karşılaşıyorsunuz. Avrupa'nın en iyi liglerinden biri İspanya! ve bu ligin iyi takımlardan biri Valencia. Ve hala yaşınız 24.



..

Bu durumların nasıl bir olgunluk gerektirdiğini düşünebiliyor musunuz? Şımarık olmamak, çalışkan olmak bazen bazı yeteneklerin noksanlığını bile kapatabildiğine inanıyorum. Bundan eminim ki; Türkiye'de bu kadar büyük sıçramayı yaptıktan sonra bunu olgunlukla karşılayamayıp ''sadece iyi futbolcu olmak'' temasından ve disiplininden uzaklaşacak o kadar çok futbolcu var ki..Siz Valencia'ya gidiyorsunuz ve şımarmayacaksınız! Bir Portekizli bir Brezilyalı için bu transferler çok doğal olabilir ama henüz yurtdışına yerli futbolcu pazarlama konusunda kısıtlı olan ligimizde bunu olgunlukla karşılamak ve bozulmamak büyük erdemlik gerektirir. Psikolojik açıdan bakarsak; Everton ve Valencia gibi kulüplerin peşinde koştuğu bir futbolcunun ruh hali iki yöne gidebilir. Birincisi; bu tarz kulüplerin kendini izlediğini bilerek yetenekli bir futbolcu olduğunu düşünüp '' zaten iyiyim, istanbul'da da kralım'' temasıdır. Bunu yapan ve düşünen bir futbolcu büyük olasılıkla bir Akdeniz ülkesi vatandaşıdır. Rahatlığına ve popüleriteye düşkün ve aşıktır. 60 yaşına geldiğinde ''aslında çok yetenekliydim ama Barselona'da oynamayadım'' ya da ''Manchester United'da oynayamadım'' demek onun için yeterlidir ve kariyeri için tatmin edicidir. İkincisi ise; Kendisini böyle büyük kulüplerin izlediğini bilip ''zaman çalışma zamanıdır'' diyen futbolcudur. Daha fazla motive olan futbulcudur. Bu, kendisine hem extra bir güç verir hem de o gittiği kulüplerden daha da ileriye sıçrama şansını arttırır. Ben bu iki profil arasında Topal'ı kesinlikle 2. temaya yakıştırıyorum. Demek istediğim, 24 yaşındaki bir oyuncunun 5-6 sene içinde nereden nereye gelebildiği. Mehmet Topal'ın hangi duygular içinde ve nasıl bir ruh hali içinde olduğunu. Farklı dil, farklı insanlar, farklı yemekler, farklı futbol. Malatyaspor'un altyapısından Valencia'ya uzanan bir yol. Yolun Açık olsun.





Emekli Rooney..


Futbolu bırakınca Rooney'nin olası durumu.

Adanaspor - Konyaspor Bank Asya play-off



Karabükspor ve Bucaspor'un süper lig'e çıkmasıyla futbolseverler süper lig'e çıkacak 3. takımı beklemeye geçti. Konyaspor, Adanaspor, Altay ve Karşıyaka süper lig'e çıkmak için play off oynayacaklar.

Konyaspor, Ali Samiyen stadında Adanaspor'u 3-1 yendi. Adanaspor çok şuursuzca ataklar geliştirdi. Gol pozisyonları bulmalarına rağmen Konya'nın daha derli toplu ve düzenli oynaması maçı kaybetmelerindeki en büyük etkendi. Altay - Karşıyaka maçının da golsüz bitmesi Konyaspor'u şuan için lider yapmış durumda.

Goller: Dk. 49 Ahmet Görkem Görk, Dk. 67 Ufukhan, Dk. 89 Eser (Konyaspor), Dk. 82 Talha (Adanaspor)



Bir Adanaspor taraftarı.

16 - 61 Bursaspor Şampiyon !


Lig başında Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş'ın şansları değerlendirilirken, kimse Bursa'nın şampiyonluğuna ihtimal vermiyordu, veremezdi.

İşler son maça kaldı. Bursa lider Fenerbahçe'nin 1 puan gerisinde son maçta, Fenerbahçe'nin olası bir puan kaybını bekleyip kendi maçını kazanmalıydı. Fenerbahçe evinde Trabzon'u geçerdi, kendi seyircisi önünde bunu bırakamazdı ya.. Hem Bursa'nın Beşiktaş'ı yenmesi yine de kolay değildi. Ama hepsi oldu. Trabzon Saraçoğlu'nda 1-1'lik skoru korudu ve Bursa'nın evinde Beşiktaş'ı yenmesiyle Şampiyon 2. kez Anadoludan çıktı. 61 numaralı Trabzon sayılar yer değiştirince 16 olan Bursa'ya yardım etti hem de 16 mayıs'da ! Tebrikler.

16 Mayıs 2010 Pazar

Drogba ve Malouda'nın gol sevinci


Didier Drogba ve Florent Malouda, Wigan'a karşı kazanılan 8-0'lık maçta daha önce pek de görülmemiş bir gol sevinci yaptılar. Drogba golü attıktan sonra korner bayrağına giderek tıpkı bir Rock Gitaristi gibi bayrağı eline aldı ve dizleri üzerine çökerek gitar çalar gibi yaptı. Bu sırada arkasından gelen Malouda elinde baget varmış gibi davul çalarak Drogba'nın çaldığı melodiye eşlik etti. Çok yaratıcıydı açıkcası. Galatasaray'da da Arda Turan köşe bayrağını saz gibi tutup, Sabri arkasından gelip, darbuka çalar gibi figürler yapar mı dersiniz? Yapamazlar çünkü ''çingene'' damgası yemeleri çok mümkün!

edit: Yazı yazıldığı dönem Arda İstanbul'daydı tabii :)

Chelsea Lig Şampiyonu ! (soyunma odasından görüntüler)



Chelsea şampiyonluğu soyunma odasında böyle kutladı.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

FA Cup Chelsea'nin




Chelsea seneye championship'de mücadele edecek Portsmouth'u Fa Cup finalinde Drogba'nın güzel frikik golü ile yendi ve Premier lig'den sonra Fa Cup'ı da bu sene müzesine götürdü. David James kapadığı köşeden golü yese de Drogba'nın vuruşu akıllıcaydı.

Bundesliga'da Boşnak rüzgarı !





Milli takımımız Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası için Kura çektiğinde eğer Bosna
Hersek'i çekerse ''Türkiye banko kazanır'' yorumları ağırlıklı olur. Bunun nedenini
anlamak mümkün değil zira oyuncu kalitesi açısından bizle kıyaslanmayacak kadar iyi
olduklarını düşünüyorum.



Bundesliga'da 2009-2010 sezonunda en çok asisst yapan oyuncu kim diye baktığımızda Zvjezdan Misimovic listenin başında geliyor. Misimovich, Mesut Özil ile beraber 13 asisst yapmışlar bu sene. Fakat Boşnak oyuncunun gol sayısı 10, Mesut'un 9. Yani; Misimovich takımı olan Wolfsburg'a ligde toplamda 10 gol ve 13 asisstle beraber direkt olarak 23 golünde katkı sağlamıştır.



Bundesliga'da 2009-2010 sezonu gol kralı kim diye baktığımızda ise ne tesadüftür ki yine bir boşnak oyuncuyu görüyoruz. Edin Dzeko. Bu oyuncu ligde 22 gol atarak, 1 gol fazlası ile Leverkusen'li Stefan Kiessling'in önünde bitiriyor ligi ve tam 7 asissti var. Bu oyuncu da geçen sezonun şampiyonu Wolfsburg'da forma giyiyor.



Şunu demek heralde mantıksız olmaz; Milli takımımızda forma giyen kaç oyuncu yabancı bir ligde gol kralı ve asisst kralı olmuştur. Kaç tane vardır böyle oyuncumuz? Eğer bizim oyuncularımız bir ligde hem gol krallığı hem de asisst krallığını kapatmış olsalardı şuan basınımız onları yere göğe sığdıramaz, zaten çok kaliteli oyunculardan kurulduğuna inandığı Milli takımımızı daha da göklere çıkarırdı.



Demek istediğim; kuralar çekildikten sonra Bosna'yı grubumuzda gören futbolseverler ve ülke insanları bu maçlara ''çantada keklik'' diye bakmasınlar. Milli takım bazında onlardan daha başarılı olduğumuz dönemler var ve elde edilen başarılar onunkilere nazaran çok daha fazla fakat Bosnak futbolcular bizim oyuncularımıza göre daha kaliteli ve oyun bilgisi daha yüksek oyuncular olduklarını düşünüyorum.

14 Mayıs 2010 Cuma

Soccer Aid




Şarkıcı Robbie Williams'ın çocuklar yararına düzenlediği ''Soccer Aid'' isimli yardım maçında Ryan Giggs'in takımında Zidane, eski Arsenal kalecisi Lehmann, Heroes'dan James Kyson-Lee, Henrik Larsson gibi isimler olacak. Bu takımın kaptanı Michael Sheen, menejeri ise Kenny Dalglish olacak.

Karşı takım ise Robbie Williams, Ricky Hotton, Alan Shearer gibi isimlerden oluşacak.

Maç 6 haziran 2010 tarihinde Old Trafford stadında oynanacak.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Emre Çolak'ın sözleşmesi 2014'e kadar uzatıldı


Frank Rijkaard'ın Galatasaray'a gelişi en çok Serdar Eylik ve Emre Çolak gibi Galatasaray'ın genç oyuncularını heyecanlandırmıştı. Messi gibi bir oyuncuyu Barselona'nın altyapı takımından A takımına çıkaran bir hocadan bu genç oyuncuların beklentisinin büyük olması çok doğaldı.

Emre Çolak Galatasaray'ı sıkı takip eden taraftarların altyapıdan bildiği bir isimdi. Çok hızlı ve teknik kapasitesi yüksek bir oyuncu. Dribbling özelliği şuan Süper lig'de forma giyen çoğu oyuncunun üstünde. Şutları da gayet başarılı. Fakat fiziği itibariyle topu saklayabilme ve ikili mücadelelerde ayakta kalabilme özelliği çok düşük. Eğer fiziğini geliştirirse Arda Turan ismini bize unutturabilir.

Bugün anlaşmasını 2014'e kadar uzattı. Şimdi Emre Çolak'ın kendini gösterme zamanıdır. Sahada çabukluk ve taktik antrenmanlarından sonra kendini salona kapama zamanıdır. Güçlenme zamanı yani. Eğer kuvvetlenirse, cesaretci oyunu ve sahip olduğu teknik kapasite ile standart üstü bir oyuncu olabilir. Umarım bu sözleşmeden sonra kendini serip, şımarmaz. Galatasaray'ın büyüklüğünü senelerdir altyapıda oynayan bir oyuncu olarak bizden daha iyi bilmektedir. Böyle bir kulübün kendisi ile 4 sene daha sözleşme uzatması onu çalışmaya teşvik etmeli ve hırslandırmalı. İnşallah istenilen seviyeye kısa zamanda çıkar.

11 Mayıs 2010 Salı

Galatasaray karşıtı basın




Basın; futbolcuları, taraftarları, kulüp yönetimlerini etki altına alabilecek kuvvete sahiptir. İş böyle olunca kulüpler basını kendi yanlarında görmek isterler. Kendi içindeki insanları, eski sporcularını basına yayarlar. Basın etkisi az olan kulüpler, bu kaynaktan az besleneceğinden ve destekleneceğinden dolayı basın aleyhlerine çalışabilir. Bunun en güzel örneği de Galatasaray'dır. Zaten basından yeteri kadar destek alamayan Galatasaray, bir de yönetimle kavgalı olan eski futbolcuların basında söz sahibi olması ile iyice sıkıntıya girdi. Sözüm Hakan Şükür ve Hakan Ünsal'a.

Bu 2 futbolcunun Galatasaray'a kattıkları tartışılmaz. Oynadıkları dönemde ülkede mevkilerinin en iyilerinden oldular. Mücadele ve hırsları ile öne çıktılar. ''Büyük Galatasaray'lıyız'' diye kendilerinden bahsettiler. Buraya kadar her şey güzel. Adnan Polat yönetimiyle kavgalı olan bu futbolcular her katıldıkları programda ve söyleşide yönetime kin kusmaktadırlar ve bundan sonra da kendilerinin çok büyük Galatasaray'lı olduğunu söylemektedirler. Eğer ki siz büyük Galatasaray'ın sembol oyuncularındansanız ve çok seviyorsanız kulübü, o zaman yönetime ya da başka kişilere olan sinirlerinizi biraz sınırlanamak durumundasınız. Sizin yönetimini hep suçladığınız bu yönetim en az 2 sene daha burada olacak. Siz arkanızı dönüp, her boşlukta bu kişilerin yaptığı hataları yüzlerine vurur gibi kamuyla paylaşırsanız, Galatasaray zaten desteğini alamadığı yazılı ve görsel basından iyice öksüz kalacak. Büyük Galatasaraylıysanız bazı şeyleri görmezlikten gelip, sırf yönetime ''laf sokmak'' için sözler sarfedemezsiniz. Galatasaray kulübüne üye kabul töreninde siz gidip plaketlerinizi almazsanız bu, yönetime yapılmış bir saygısızlık değil, asırlık bir kulübe yapılmış bir saygısızlıktır. İnsanlar sevdiği şeyler için bazı şeyleri görmezden gelmek zorundadırlar. Eğer görmezden gelemiyorlarsa, onların sevgilerinden şüphe etmek mantıksız olmaz.