28 Mayıs 2010 Cuma

Platini vs Erzik


Euro 2016 ev sahipliği için finalde her ne kadar İtalya'da olmuş olsa aslında finalin Türkiye ve Fransa arasında geçeceği önceki oylamalar ve uefa'nın raporlar doğrultusunda yaptığı açıklamalarda belliydi. Şenez Erzik'in Platini'nin adamı olduğu, onun dediklerini ve yaptırmak istedikleri konusunda sadık kaldığını çok okuduk. Ama buna hiçbir zaman inanmadım. Bir insan milliyetçi olmasa bile girdiği her organizasyonda ülkesi adına doğru olanı yapmak ister. Hele ki yarıştığınız kulvarda Fransızlar varsa!

Bu doğrultuda finalde Fransa ve Türkiye yarıştığında, aslında uefa delegelerini ikna etme olayı sadece hazırlanan raporlara ve prezentasyonlara bağlı değildi. Uefa'nın en üstündeki iki adamı Platini'nin Fransız olması ve Şenez Erzik'in Türk olması bu yarışın daha farklı bir boyut kazanmasını sağladı. Platini futboldan gelme biri. Yani o futbolcu çingeneliğine sahip. Şenez Erzik'in yüzüne gülüp de nereden ne koparırım, nasıl oy alırımı kovalayan bir görünümü var. Aslında tarafsız gibi görünüp Şenez Erzik'in de öyle olmasını isteyen tavırları tamamen bir oyun. Şenez Erzik bir gerçek ki Platini'nin sahip olduğu yetkilere sahip değil. Platini sadece konumundan ve yine sadece Fransız olmasından dolayı bile oy verecek kişileri daha çabuk etkileyebilir. Şenez Erzik de bir avrupa ülkesi olmayan(!) Türkiye'nin UEFA'da bir temsilcisi, UEFA asbaşkanı.

Şenez Erzik'in oylamadan sonra ki sinirli tavırları kesinlikle Platini'nin adil gibi görünen ama içten pazarlıklı tavırlarınaydı. O yüzden Şenez Erzik ''UEFA başkanı için iyi bir sonuç değil'' diyerek Platini'ye gönderme yaptı. Şenez Erzik'in demek istediği; Türkiye'nin sadece 1 oyla Fransa'ya kaybederek, aslında içten pazarlıklı olan Platini'nin o kadar oyunlarına rağmen ev sahipliğini zorla kazanmasıydı. Platini'ye selam olsun.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Barselona'yı tahttan indirmek için getirilen adam: Jose Mourinho.


Sizce Dünya üzerinde Jose Mourinho gibi bir adam olmasaydı Real Madrid'in başında 96 puan toplayan Pellegrini işinden edilir miydi? Bu çok tartışılır. Real Madrid'in teknik direktör değiştirme konusunda Türk takımlarından esinlendiği bir gerçek fakat Pellegrini'nin toplamda 102 gol atıp 35 gol yiyen bir takım yarattığı da bir gerçek. Burada sorulması gereken soru: Barselona mı çok iyiydi yoksa Real Madrid istenilen seviyeye çıkamadı mı? Olaya böyle yaklaşınca Real Madrid'in yarıştığı diğer kupalara bakmak gerekiyor. İspanya Kupasında 3. lig takımına elendiler. Buna ''bilerek elendiler'' diyen kişilerin sayısı epeyce fazla. Hadi diyelim bilerek İspanya kupasından elendiler. Peki ya Şampiyonlar Ligi'nden de mi bilerek elendiler? Hem de hiçbir şekilde kendilerine rakip olmaması gereken Lyon'a!


Mourinho Neden Real Madrid'e?

Benim görüşüm; Real Madrid'in ligdeki durumundan çok Şampiyonlar Ligi'nden beklentilerin altında elenmesi hem Pellegrini'nin hem de Jose Mourinho'nun seneye 2009-2010 sezonunda oldukları takımlarda olmayacaklarını gösterdi. En azından Şampiyonlar Ligi serüveninin erken bitmesi Pellegrini'nin bu takımda kalmasını iyice zorlaştırmıştı ama genel olarak bakıldığında ligde pozitif futbol oynayan bir takımdı Real Madrid. İnter'in de yarı finalde Barselona'yı elemesi, İnter'in başındaki Jose Mourinho'yu Real Madrid'in teknik patronluk koltuğuna itiyordu. Bunu hem kendisi hem de Real Madrid yönetimi biliyordu. Dünyanın en iyi teknik direktörü olduğunu bu sene İnter'i kupa beyi yaparak bir kez daha gösterdi. Ve yine dünyanın en iyi takımlarından birinin onca yıldıza rağmen istenilen seviyeye ulaşamaması, bir şeyleri görmek için pek de zor değildi. Mourinho hem nefret ettiği Barselona'yı devirmek hem de farklı üç takımla Şampiyonlar ligini kazanmayı hedefliyor. İş böyle olunca, Real Madrid'in Mourinho'ya, Mourinho'nun da Real Madrid'e ihtiyacı var.

Mourinho, sadece Real Madrid için ve İspanya'da futbolu takip edenler için değil dünya üzerindeki tüm futbol hayranları için de heyecanlandırıcı bir transfer. Basınla sivri dilli konuşması, rakip teknik direktörler ve oyuncularla girdiği diyaloglar, kazanma hırsı, futbol aşkı, kaybetmeyi kabullenemeyen yapısı, duygusal yanı, sadece la liga'yı takip etmek için bile yeterli özellikleri. Guardiola ile gireceği diyalogları ve El Clasico'yu şimdiden merak edenlerin sayısı yeterince fazla. Jose Mourinho ''futbol asla sadece futbol değildir'' cümlesinin en önemli örneğidir.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Mourinho ağlıyor!



Hep sivri dili ve karizmatik hareketleriyle ilgi çekti. Ama bir takımı ve oyuncuları nasıl sahiplendiğini bu videoda görebilirsiniz. Onun için 2 sene boyunca büyük emekler verdiği İnter'den ayrılmak hiç de kolay olmadı. Karizmatik ve sivri dilli olabilir ama aynı zamanda fazlasıyla duygusal.

25 Mayıs 2010 Salı

Çağlar Birinci Galatasaray'da!


Hakan Balta'nın sakatlığı nedeniyle 2008 eylülünde oynanan ve 1-1 sona eren Türkiye - Belçika maçında çoğumuz tanıdık onu. Fatih Terim, Hakan Balta'nın yokluğunda sol bek mevkiinde yaşanan sıkıntı nedeniyle Çağlar'ı milli takıma çağırdı. O maça gitmiştim. Ve tabii ki Çağlar hakkında tereddütlerim vardı. Sonuçta milli takımda oynamak bir tecrübe ister. Saraçoğlu tıklık tıklım iken heyecanlanmak ve kontrollü oynamak zordur. Maç başladığında Çağlar sanki 10 senedir milli takımın sol bekinde oynuyor edasıyla gayet sakin ve başarılıydı. 1985 doğumlu bir oyuncu. Yani o maç oynanırken futbol için genç sayılacak bir yaştaydı, 23. Çağlar Birinci hakkında tüm bildiğim bu idi. Galatasaray'a transfer olunca araştırma gereğinde bulundum ve Galatasaray'a ne katar, ne götürür onu düşündüm.

Galatasaray'ın asıl sol beki bilindiği üzere Hakan Balta'dır. Manisaspor'dan transfer edildikten sonra, performansından ötürü Milli takıma çağrılan ve gün geçtikce Türkiye'deki en iyi sol bekler arasına giren bir oyuncu Balta. Roberto Carlos'a bile sorulduğunda Türkiye'deki en iyi sol bekin Hakan Balta olduğunu söylemişti. Fiziği ve kontrollü çıkışlarıyla gayet oturmuştu Galatasaray'ın sol arkasına. Arda sol tarafta oynarken ikisinin uyumu çok başarılıydı. Rijkaard stoperlerin ayaklarına olan hakimiyetlerinden şikayetçi olunca, Hakan'ı stopere çekerek Caner'i sol beke koymuştu. Bu mevkiide de elinden geldiğince iyi oynasa da biz onu sol bekte görmeye alışmış ve orada daha başarılı olduğuna inanmıştık. Şimdi bakıldığında Lucas'ın yanına istenilen bir stoper bulunduğu zaman Hakan Balta mevkiisine kavuşacak ve bu takımın 1. sol beki olacak gibi gözükmektedir. Bu noktada Çağlar'ın performansı çok önemli. Hakan Balta'nın bana göre tek eleştirilecek yanı ofansa yeteri kadar desteği verememesi. Takım önde oynarken bile tereddütlü çıkışları onun en büyük eksiği gibi. Halbuki ileri çıkışlarında sol ayağı ile etkili ortalar yapabilmekte ve takımın ofansif yanına da katkı sağlayabilmektedir. Eğer Çağlar hem Hakan Balta'nın üst düzey yaptığı sol kanadı savunma olayını iyi yapıp bir de üstüne kontrollü ve çabuk geri dönme özelliğini eklerse Hakan Balta'yı yedek kulübesine oturtabilir. Bana göre Çağlar'ın en büyük artısı Hakan Balta'dan daha süratli olması. Yani bir bek oyuncusunda aranan en önemli özellik. Bunun yanında kademe anlayışı ve pozisyon alabilmedeki yeteneği de Çağlar'ın Galatasaray'daki kaderini belirler. Caner her ne kadar çabuk ve dikine çalım atabilme özelliği yüksek olan bir sol kanat oyuncusu olsa da, bek oyuncusu demeye dilim varmıyor. Defansif açıdan pozisyonunu bu kadar kaybeden ve top çalabilmedeki beceresinin bu kadar zayıf olması onun bir takımda bek oynamasını zora sokmaktadır.

Şimdi tabi ki sözleşmesi yenilenmeyen Caner ile Çağlar'ı kıyaslamak çok normal olacaktır. Çağlar'ın efektif ve kreatif olarak Caner gibi çalımları olmasa da takımın fizik gücüne artı katkı sağlayacağına ve kenarda oturan bir bek olarak bakıldığında Caner'den daha güvenilir bir isim olacağına inanıyorum. Caner'in yetenekleri bir bek oyuncusunun sahip olması gerekenlerle aynı doğrultuda değil. Kendisi Galatasaray'da sol açık oynayarak gayet başarılı işler yapmıştır zaten. Fakat bek oynadığında sıkıntılar yaşattığı da bir gerçektir. Bu yüzden Galatasaray bana göre sol açıktan zorla yapılmış bir beke değil de gerçek bir beke kavuşmuştur. Caner'i gönderip Çağlar'ı almak gayet mantıklı bir harekettir.

Bülent ''Uygun'' değil. (yanlış anons)


2009-2010 sezonunun devre arasında Manisaspor ile anlaşmak üzereydi Bülent Uygun. Bir televizyon kanalına bağlanarak büyük olasılıkla Manisaspor'un başına geçtiğini ve geçmemesinin artık sürpriz olacağını söyledi. 2 gün sonra kulüple hocanın anlaşamadığı haberleri çıktı ve Bülent Uygun bu takıma gitmedi.

2009-2010 sezonu sonu. Bülent Uygun Gaziantepspor ile her konuda anlaştığını açıkladı. Başkan ile resimleri gazetelere çıktı. Antep halkı hocayı karşıladı, sevgi gösterilerinde bulundu. Bu bir rastlantı mı yoksa Bülent hoca tam imzayı atmadan önce farklı isteklerinden mi bahsediyor? Bir teknik direktör basına çıkıp ''artık x takım ile anlaştım'' dedikten sonra bu imza atılmıyorsa bu işte bir yanlış var demektir. Her şey bitene kadar açıklama yapmayacaksın demektir. Neyin acelesi bu? Bundan sonra Bülent Uygun bilmemnespor'un başına geçti haberleri duyduğunuzda inanmayınız. Yanlış anonstur.

Harry Redknapp 2010'un en iyisi



Premier lig'in 2010 senesindeki ''en iyi teknik direktör'' ödülü Tottenham'ın hocası Harry Redknapp'a gitti. Tottenham ligi bu sene 4. bitirdi ve şampiyonlar ligine katılma şansı yakaladı.

Bu sezon Tottenham'ın başında ligde 38 maçta 21 galibiyet, 10 mağlubiyet ve 7 beraberlik aldı. Redknapp 2008 yılında Juande Ramos'un Tottenham'dan gönderilmesi üzerine takımın başına geçmişti.

Redknapp eskiden formasını giydiği Bournemouth'da 1986-1987 yılında 3. lig şampiyonluğu ve 1983 ve 1984 sezonunda da lig kupasını kazandı. 1999 yılında West Ham ile intertoto kupasını kazandı. Portsmouth ile 2007-2008 sezonunda Fa cup'ı 2002-2003 sezonunda 1. lig şampiyonluğunu, 2007'de Barclays Asia Trophy'i kazandı. 2008'de de Community Shild'de finale çıkarak kupayı kaybetti. 2009'da da Tottenham ile League cup finaline kadar çıkarak kupayı kaybetti.

23 Mayıs 2010 Pazar

Şampiyonlar Ligi Finalinden..




Jose kazandı, Van Gaal kaybetmedi.


Dünya kupası her sene yapılan bir organizasyon olsaydı, Şampiyonlar ligi kadar ilgi çekici olmazdı. Dünya kupasını Şampiyonlar liginden daha heyecanlı kılan, 4 senede bir yapılıyor olması. Aksi taktirde Şampiyonlar ligi daha prestijli olabilirdi bir futbolcu için. Buna rağmen; eğer mümkün olsaydı da hem Dünya kupası finali hem şampiyonlar ligi finali aynı gün aynı saatte başlıyor olsaydı, hangisini izleyeceğim konusunda ''gel-git''ler yaşardım, yazı turalar atıp, ''o piti pitiler'' olaylarına girerdim.

Bugün de İnter - Bayern Münih finalini izledik. Finalin ismini daha heyecanlı yapan takımların ismi değil, teknik direktörlerin ismiydi. Jose Mourinho eski hocası olan Van Gaal ile karşılaşıyordu. Finallerin magazinsel haberleri sahadaki futbolu daha da heyecanlandıran bir unsur olduğundan, futbolun en magazinsel teknik direktörü Jose Mourinho'nun da bir finalde olması maçın heyecanını 100'le çarptırdı bize. Jose'nin takımı sene içinde hep iyiydi. Kimse İnter'in oynadığı futboldan şüphe etmiyordu. Şampiyonlar ligi yarı finalinde Barselona'yı eledikten sonra bu futbol iyice beğenildi(!). Kısacası Mourinho'nun takımı daha ''takım''idi. Hem defansif olarak hem de ofansif olarak çok dengeliydiler. En büyük özellikleri de takım olarak çok iyi defans yapıyorlardı. En uçtaki oyuncuların bile rakip sahadaki defans anlayışları göze çarpıyordu. Yani; İnter'in böyle bir başarıya imza atması Bayern'in atmasından daha olasıydı. Gerek kadro yapısı, gerek takım olarak hareket edişleri, İnter'i Bayern'den daha kaliteli bir takım yapan önemli unsurlar. Ve tabi bu takımı takım yapan Portekizli Jose Mourinho.

Bayern'in teknik direktörü Van Gaal kesinlikle iyi ve tecrübeli hoca. Elinde bulunan kadro da çok iyi. Ama şuan Dünyanın tartışmasız en iyi hocası Jose Mourinho'dur. Van Gaal'in tecrübesi ve yetenekleri tartışılmaz. Kazandığı başarılar süper. Fakat Mourinho'nun zekası ve kendini mesleğinde hep yenileyen kişiliği, kibiri, Bobby Robson gibi bir isimle yıllarca çalışması, korkusuz olup kendine güvenmesi onu şuan Van Gaal'den daha iyi durumda kılıyor.

Evet bu akşam Milito'nun golleri ile Mourinho 2-0 kazandı. Ama Van Gaal kaybetmedi. Mourinho'nun kurduğu bu ''takım''ı finalde yenebilmek kolay iş değil. Van Gaal Bayern gibi bir takımı finale çıkararak zaten finalde kaybetse bile kaybetmeyecekti. Kendini hep güncel tutan, 60 yaşındaki bir hocanın sahip olduğu tecrübelere sahip olan Jose Mourinho söz verdiği gibi İnter'e şampiyonlar ligi kupasını getirdi. Takımını avrupanın en iyisi yaptı. Van Gaal ise öğrencisine yenilerek aslında kaybetmedi. Bayern gibi uzun yıllar avrupada adından söz ettirmeyen bir takımı avrupanın en önemli kupasında finale çıkarttı.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Güiza'nın 2010 Dünya Kupası Hayallerini bitiren adam; Fernando Llorente


Şu zamana kadar Fenerbahçe'lilerin Güiza'ya tahammül etmelerinin ve desteklemerinin en büyük nedeni, Güiza'nın Dünya'nın en iyi milli takımı olarak gösterilen İspanya milli takımına sürekli çağrılmasıydı. Bugün itibariyle artık bu da ortadan kalktı. Del Bosque Dünya Kupası için açıkladığı 23 kişilik kadroda Güiza'ya yer vermedi. İnsanlar ve daha çok da Fenerbahçe'liler, bu olayı garip karşılamalarına rağmen mantıklı düşündüklerinde İspanya milli takımı hocasının haksız olmadığını da düşünmüşlerdir.

Tüm hazırlık maçlarına istisnasız olarak çağrılan Güiza elbette ki bu olayı garip karşılamıştır. Fakat kendi kendine düşündüğü zaman da, kendisi de Del Bosque yerinde olsaydı heralde kendini almazdı. Neden?

Nedeni çok açık. Türkiye liglerinin kaliteleri ortada. Bir kere en büyük handikapı bu Güiza'nın. Eğer ligimiz gerekli değer ve seviyede olsaydı Süper lig'in gol kralı Makakula çoktan Portekiz milli takımına çağrılmıştı. 2. nedeni kendisinin düşün performansı. Heralde kendisi de ''şampiyon olsaydık kupaya çağrılırdım'' diye düşünmüyordur. Düşünmemeli zaten. Trabzon maçında gol mü atmadı? Attı. Ama kaçırdıkları olmasa heralde şampiyonluğun Fenerbahçe'ye geleceğini inkar edemeyiz.

Durum böyle olunca İspanya'da zaten ilk 11 oyuncusu olmayan Güiza'nın, Dünya kupasına gidip bench'den oyuna girerek fark yaratması çok da beklendik bir durum değil. Athletic Bilbao'da oynayan Llorente ve Barselona'nın genç yeteneğini Pedro'nun da bench'de olacak olması takımın forvet hattının Güiza'a neden kapandığını anlayabiliriz.

Athletic Bilbao'lu Llorente 1985 doğumlu ve Güiza'ya göre daha hareketli bir oyuncu. Boyu 1.95 olmasına rağmen ayaklarına hakim. Bu sezon 39 maçta 20 gol atmış. Pedro'nun süper performansından sonra zaten Milli takıma çağrılmasını bekliyorduk. Bosque'nin Güiza yerine uzun boylu pivot santrafor tercih etmesi yerinde bir tercih gibi duruyor. Kısacası Güiza'nın 2010 Dünya Kupası hayallerini yıkan adam Del Bosque değil Athletic Bilbao'nun uzun forveti Llorente'dir.

Ribéry’s replacement?


Şampiyonlar ligi finalinde cezalı olan eski Galatasaray'lı Ribery'nin maçta oynayamayacak olmasından dolayı Bayern Münih websitesinde Hamit'in her zaman hazır olduğunun altı çizildi. Hamit şampiyonlar ligi finalinde oynayacak 2. Türk olacak. İlk oyuncu ise Yıldıray Baştürk'dü.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Aziz Yıldırım ve ''tek büyüklülük''


Son anda kaçan şampiyonluklar futbol kulüplerinde şok etkisi yaratır. Bunun çok doğal olmasını kabul etmek gerekir. Taraftarlar, futbolcular, seven sevmeyen herkesin şampiyon adayı son haftaya girilirken Fenerbahçe idi. Bir denizli vakası başından geçiren Fenerbahçe bu sefer durumu tecrübeli bir şekilde yönetebileceğini düşündük. Aslında son maçta da şampiyonluğu hakkettiklerini söyleyebiliriz. Kaçan goller, sadece son maça bakılacaksa şampiyonu Fenerbahçe yapmalıydı. Ligin geneline bakıldığında ise şampiyonluğun Bursa'ya gitmesi en adil şeydi.

Aziz Yıldırım kaçan şampiyonluklar, Fenerbahçe aleyhine yapılan yorumlar, hakemlerin yanlış kararları üzerine yaptığı basın toplantılarında çok sakin fakat bir o kadar da içerik açısından öldürücü açıklamalar yapmaktadır.

Şunu sorgulamak gerekir. Eğer Fenerbahçe son maçta Trabzonspor'u yenseydi Aziz Yıldırım yine de Rüştü'nün Fenerbahçe'nin rakip takım futbolcularıyla mesajlaşmasını gündeme getirmek isteyecek miydi? Madem Başkan'ın dediği gibi Ülkenin en büyüğü Fenerbahçe o zaman neden kendinden ufak takımlara açıklama yapma gereğinde bulunuyor. Kendisinin Galatasaray şampiyonluğu son anda başka bir takıma kaptırdığında Fenerbahçe taraftarının sevinmeyeceğini düşündüğünü sanmıyorum. Dünyanın her yerinde bu iş böyle. İspanya'da Barselona son anda Şampiyonluğu başka takıma kaptırsa Real Madrid taraftarları buna sevinmez mi? Ya da İtalya'da 17'şer şampiyonluğu olan İnter ile Milan, diğerinin daha fazla şampiyonluğu olması durumunda üzülmeyecek mi? Tam tersi birinin şampiyonluğu kaybetmesi diğer takım taraftarlarının neredeyse şampiyon olmuş gibi sevinmelerine neden olur. Bu hiç de alınganlık gösterilecek ya da karşı ateş püskürtecek bir durum değildir.

Aziz Yıldırım 2009-2010 sezonunda kaçan şampiyonluk için düzenlediği basın toplantısında gayet medeni gibi gözüken açıklamalar yapan bir başkan havası sağlamak istedi. Fakat toplantının içeriği hiç de buna denk değildi. ''Fenerbahçe'nin tek büyük olduğu'', ''Rüştü'nün şike yaptığı'' gibi durumları sırf şampiyonluğu kaybettikten sonra hıncını almak için kurulan cümleler olduğunu düşünüyorum. Gerçekten Türkiye'nin en büyüğü olan kulübün başkanı böyle açıklamalar yapamaz. Bu da gösteriyor ki aslında Türkiye'nin en büyüğü olmak sadece sportif başarılarla değil, yönetim içindeki duruş ve tavır ile de gösterilmelidir. Bu da aslında Aziz Yıldırım'ın iddaa ettiği ''Türkiye'nin tek büyüğü Fenerbahçe'dir'' tezini çürütmektedir ve Türkiye'de bir gerçek olan ''Fenerbahçe düşmanlığını'' genişletmektedir. Bu da kesinlikle bir yönetim hatasıdır.

Galatasaray 2010-2011 Formaları

Galatasaray'ın internette dolaşan olası 2010-2011 formaları.












18 Mayıs 2010 Salı

Mehmet Batdal ve Serdar Özkan transferleri


Galatasaray, daha lig yeni bitmişken büyük olasılıkla daha önceden anlaştığı Bucaspor'un forveti Mehmet Batdal ve Beşiktaş'ın atak orta saha futbolcusu Serdar Özkan transferlerini bitirdiğini ve bu oyuncuların 3 senelik anlaşma imzaladıklarını açıkladı.

Galatasaray'lılar Serdar Özkan transferini duyunca pek mutlu olmuyorlar. Beşiktaş'ta sorunlu bir futbolcu olarak yansıdı hep bizlere. Yetenekli fakat potansiyelini sahada değil de daha çok gecelerde gösterdiğini duyduk. Bu da aslında Galatasaray formasını giyecek bir futbolcuya yakışmayan bir yaşam tarzı. Şunu söylemek de fayda var. Keita ile ilgili yazımda da bahsettiğim gibi Keita da aslında bu olaydan çekmişti. Transfer edildiği ilk zamanlarda ''alemci'' bir adam olduğunu okuduk her yerde. Bu da bizleri korkuttu. Hakkaten de aslında kendisi öyleydi Fransa'da. İstanbul'a geldiğinde ilk röportajlarından birinde ''ben de sizler gibi müslümanım ve Fransa'da ki yaşamım geride kaldı kendime dikkat edeceğim ve bu takıma layik olacağım'' gibi açıklamalarda bulunarak bu sporculuğa aykırı yaşamını inkar etmemişti. Serdar Özkan olayı da pek inkar edilecek bir şey değil. Fakat kendini değiştirmeyecek diye bir şey de yok. Aynı zamanda Beşiktaş'ın ne kadar da defansif bir takım olduğunu söylememiz yanlış olmaz. 3 ön libero ile kaç maça çıktığını biliyoruz. Böylesi defansif bir takımda atak oynayan 2-3 futbolcuya çok görev düşer ve performansları gerçekten üst düzey olmalı. Yeteneklerinin üstüne çıkarak bir şeyler yapmalılar. Serdar da Beşiktaş'ın defansif oyun sistemine aslında hiç de uymayacak bir futbolcuydu. Ben zaten merak ediyorum. Beşiktaş Quaresma'yı transfer ederse onun etkili olabileceğini neye dayanarak söylüyorlar? Oyun sistemini değiştirme gibi bir düşüncesi varsa Mustafa Denizli'nin belki bu işe yarayabilir. Serdar Özkan'ın Galatasaray'ın ofansif ve bol pozisyonlu geçen maçlarında kendini gösterebileceğine inanıyorum. Bonservisi elinde olduğundan sıfıra mal olan bu oyuncuyu ''ya tutarsa'' yaklaşımıyla takıma katmak yanlış değil çünkü hem Türk hem genç.


Mehmet Batdal'da bu sezon süper lig'e çıkan Bucaspor'un 1 numaralı golcüsü. 1.95'lik boyuna rağmen bileklerine ve ayaklarına bu kadar hakim az oyuncu var dünyada. Abartmak istemiyorum ama Hakan Şükür gibi olabilecek potansiyele kesinlikle sahip. Galatasaray'ın yerli bir forvet oyuncusuna ihtiyacı vardı. Ben de olsam yerli forvet olarak Batdal'ı tercih ederdim. Dribbling özelliği yüksek olan oyuncuların fazlalığı Mehmet Batdal'ın indireceği toplarla daha da önem kazanabilir. 4-4-2 sistemiyle beraber Baros'un yanında pivot santrafor olabilecek özelliklere sahiptir.

Bu iki transferin bana pozitif gelmesinin en büyük nedeni her iki oyuncunun da başarıya aç olması. Serdar Beşiktaş'da istenmeyen oyuncu olarak Galatasaray'a geldi. Eminim kendini göstermek isteyecektir. Bu da Galatasaray'a kesinlikle olumlu yansımalar yapacaktır. Mehmet ise tüm 2. yarı boyunca adından söz ettiren, büyük golcü olarak lanse edilen genç bir oyuncu. O da bunu düşünenleri mahçup etmek istemeyecektir. Galatasaray'a hayırlı olsunlar.

Mehmet Topal'ın psikolojisi


Kendinizi Malatya doğumlu, uzun burunlu bir genç olarak hayal edin. Malatya belediyespor'un altyapısında oynadığınızı hayal edin. Toprak sahalar, fileleri yırtık kaleler, taç çizgileri silinmiş sahalar..16 yaşında Çanakkale dardanelspor'dan teklif aldığınızı hayal edin. Altyapıda oynarken birileri sizi izleyip beğeniyor ve transfer etmek istiyor. Vay be..

Günler geçiyor Çanakkale'de oynarken Galatasaray'ın efsane oyuncusu Hagi sizi beğeniyor. Hayır olamaz.. Siz daha bir kaç sene önce toprak sahalar, yırtık fileler derken Galatasaray'ın ve dünya futbolunun efsane oyuncusu Hagi sizi beğenecek ve Galatasaray'a tavsiye edecek! Şaka olmalı! Galatasaray'dan resmen transfer teklifi alıyorsunuz. Türkiye'nin en büyük kulübü sizi almak istiyor. Gurura bak be! Dünyanın her tarafında taraftarı olan büyük bir camia sizi transfer etmek istiyor. Siz ki daha kısa bir zaman önce Çanakkale'ye transferinizin muhteşem bir şey olduğunu ve bunun keyfini çıkarıyordunuz ama birileri sizi farketti ve Galatasaray yolcusu oluyorsunuz. UEFA şampiyonu, Türkiye'nin gurur bir takıma gidiyorsunuz. Transfer bedeliniz de 1 milyon Dolar.



Günler geçiyor Gerets sizi Anfield Road'da Gerrard'ı marke etmeniz için görevlendiriyor ! Şampiyonlar Liginde oynuyorsunuz! Siz burada uzun bacaklarınız ve top çalabilmedeki yeteneğinizden ötürü avrupa'nın ilgisini çekiyor ve ''Türk Örümcek'' lakabını alıyorsunuz. Daha sonra hayalini kurduğunuz milli takım ile büyük bir başarı kazanıyorsunuz. Avrupa üçüncülüğü!

Nereden nereye.. 6-7 sene içinde toprak sahalardan başlayıp, Anfield road'da adınızdan bahsediyorsunuz. Milli formayla avrupa kupasında tüm dünya sizi izliyor. Günler geçiyor Galatasaray'da her zaman muhteşem futbol oynamasanız da beyefendiliğiniz ve çalışkan yapınızla Galatasaray'lıların sevdiği bir futbolcu oluyorsunuz. Bir gün menejerinizden bir telefon geliyor ve ''İspanya'ya gitmek ister misin ?'' sorusuyla karşılaşıyorsunuz. Avrupa'nın en iyi liglerinden biri İspanya! ve bu ligin iyi takımlardan biri Valencia. Ve hala yaşınız 24.



..

Bu durumların nasıl bir olgunluk gerektirdiğini düşünebiliyor musunuz? Şımarık olmamak, çalışkan olmak bazen bazı yeteneklerin noksanlığını bile kapatabildiğine inanıyorum. Bundan eminim ki; Türkiye'de bu kadar büyük sıçramayı yaptıktan sonra bunu olgunlukla karşılayamayıp ''sadece iyi futbolcu olmak'' temasından ve disiplininden uzaklaşacak o kadar çok futbolcu var ki..Siz Valencia'ya gidiyorsunuz ve şımarmayacaksınız! Bir Portekizli bir Brezilyalı için bu transferler çok doğal olabilir ama henüz yurtdışına yerli futbolcu pazarlama konusunda kısıtlı olan ligimizde bunu olgunlukla karşılamak ve bozulmamak büyük erdemlik gerektirir. Psikolojik açıdan bakarsak; Everton ve Valencia gibi kulüplerin peşinde koştuğu bir futbolcunun ruh hali iki yöne gidebilir. Birincisi; bu tarz kulüplerin kendini izlediğini bilerek yetenekli bir futbolcu olduğunu düşünüp '' zaten iyiyim, istanbul'da da kralım'' temasıdır. Bunu yapan ve düşünen bir futbolcu büyük olasılıkla bir Akdeniz ülkesi vatandaşıdır. Rahatlığına ve popüleriteye düşkün ve aşıktır. 60 yaşına geldiğinde ''aslında çok yetenekliydim ama Barselona'da oynamayadım'' ya da ''Manchester United'da oynayamadım'' demek onun için yeterlidir ve kariyeri için tatmin edicidir. İkincisi ise; Kendisini böyle büyük kulüplerin izlediğini bilip ''zaman çalışma zamanıdır'' diyen futbolcudur. Daha fazla motive olan futbulcudur. Bu, kendisine hem extra bir güç verir hem de o gittiği kulüplerden daha da ileriye sıçrama şansını arttırır. Ben bu iki profil arasında Topal'ı kesinlikle 2. temaya yakıştırıyorum. Demek istediğim, 24 yaşındaki bir oyuncunun 5-6 sene içinde nereden nereye gelebildiği. Mehmet Topal'ın hangi duygular içinde ve nasıl bir ruh hali içinde olduğunu. Farklı dil, farklı insanlar, farklı yemekler, farklı futbol. Malatyaspor'un altyapısından Valencia'ya uzanan bir yol. Yolun Açık olsun.





Emekli Rooney..


Futbolu bırakınca Rooney'nin olası durumu.

Adanaspor - Konyaspor Bank Asya play-off



Karabükspor ve Bucaspor'un süper lig'e çıkmasıyla futbolseverler süper lig'e çıkacak 3. takımı beklemeye geçti. Konyaspor, Adanaspor, Altay ve Karşıyaka süper lig'e çıkmak için play off oynayacaklar.

Konyaspor, Ali Samiyen stadında Adanaspor'u 3-1 yendi. Adanaspor çok şuursuzca ataklar geliştirdi. Gol pozisyonları bulmalarına rağmen Konya'nın daha derli toplu ve düzenli oynaması maçı kaybetmelerindeki en büyük etkendi. Altay - Karşıyaka maçının da golsüz bitmesi Konyaspor'u şuan için lider yapmış durumda.

Goller: Dk. 49 Ahmet Görkem Görk, Dk. 67 Ufukhan, Dk. 89 Eser (Konyaspor), Dk. 82 Talha (Adanaspor)



Bir Adanaspor taraftarı.

16 - 61 Bursaspor Şampiyon !


Lig başında Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş'ın şansları değerlendirilirken, kimse Bursa'nın şampiyonluğuna ihtimal vermiyordu, veremezdi.

İşler son maça kaldı. Bursa lider Fenerbahçe'nin 1 puan gerisinde son maçta, Fenerbahçe'nin olası bir puan kaybını bekleyip kendi maçını kazanmalıydı. Fenerbahçe evinde Trabzon'u geçerdi, kendi seyircisi önünde bunu bırakamazdı ya.. Hem Bursa'nın Beşiktaş'ı yenmesi yine de kolay değildi. Ama hepsi oldu. Trabzon Saraçoğlu'nda 1-1'lik skoru korudu ve Bursa'nın evinde Beşiktaş'ı yenmesiyle Şampiyon 2. kez Anadoludan çıktı. 61 numaralı Trabzon sayılar yer değiştirince 16 olan Bursa'ya yardım etti hem de 16 mayıs'da ! Tebrikler.

16 Mayıs 2010 Pazar

Drogba ve Malouda'nın gol sevinci


Didier Drogba ve Florent Malouda, Wigan'a karşı kazanılan 8-0'lık maçta daha önce pek de görülmemiş bir gol sevinci yaptılar. Drogba golü attıktan sonra korner bayrağına giderek tıpkı bir Rock Gitaristi gibi bayrağı eline aldı ve dizleri üzerine çökerek gitar çalar gibi yaptı. Bu sırada arkasından gelen Malouda elinde baget varmış gibi davul çalarak Drogba'nın çaldığı melodiye eşlik etti. Çok yaratıcıydı açıkcası. Galatasaray'da da Arda Turan köşe bayrağını saz gibi tutup, Sabri arkasından gelip, darbuka çalar gibi figürler yapar mı dersiniz? Yapamazlar çünkü ''çingene'' damgası yemeleri çok mümkün!

edit: Yazı yazıldığı dönem Arda İstanbul'daydı tabii :)

Chelsea Lig Şampiyonu ! (soyunma odasından görüntüler)



Chelsea şampiyonluğu soyunma odasında böyle kutladı.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

FA Cup Chelsea'nin




Chelsea seneye championship'de mücadele edecek Portsmouth'u Fa Cup finalinde Drogba'nın güzel frikik golü ile yendi ve Premier lig'den sonra Fa Cup'ı da bu sene müzesine götürdü. David James kapadığı köşeden golü yese de Drogba'nın vuruşu akıllıcaydı.

Bundesliga'da Boşnak rüzgarı !





Milli takımımız Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası için Kura çektiğinde eğer Bosna
Hersek'i çekerse ''Türkiye banko kazanır'' yorumları ağırlıklı olur. Bunun nedenini
anlamak mümkün değil zira oyuncu kalitesi açısından bizle kıyaslanmayacak kadar iyi
olduklarını düşünüyorum.



Bundesliga'da 2009-2010 sezonunda en çok asisst yapan oyuncu kim diye baktığımızda Zvjezdan Misimovic listenin başında geliyor. Misimovich, Mesut Özil ile beraber 13 asisst yapmışlar bu sene. Fakat Boşnak oyuncunun gol sayısı 10, Mesut'un 9. Yani; Misimovich takımı olan Wolfsburg'a ligde toplamda 10 gol ve 13 asisstle beraber direkt olarak 23 golünde katkı sağlamıştır.



Bundesliga'da 2009-2010 sezonu gol kralı kim diye baktığımızda ise ne tesadüftür ki yine bir boşnak oyuncuyu görüyoruz. Edin Dzeko. Bu oyuncu ligde 22 gol atarak, 1 gol fazlası ile Leverkusen'li Stefan Kiessling'in önünde bitiriyor ligi ve tam 7 asissti var. Bu oyuncu da geçen sezonun şampiyonu Wolfsburg'da forma giyiyor.



Şunu demek heralde mantıksız olmaz; Milli takımımızda forma giyen kaç oyuncu yabancı bir ligde gol kralı ve asisst kralı olmuştur. Kaç tane vardır böyle oyuncumuz? Eğer bizim oyuncularımız bir ligde hem gol krallığı hem de asisst krallığını kapatmış olsalardı şuan basınımız onları yere göğe sığdıramaz, zaten çok kaliteli oyunculardan kurulduğuna inandığı Milli takımımızı daha da göklere çıkarırdı.



Demek istediğim; kuralar çekildikten sonra Bosna'yı grubumuzda gören futbolseverler ve ülke insanları bu maçlara ''çantada keklik'' diye bakmasınlar. Milli takım bazında onlardan daha başarılı olduğumuz dönemler var ve elde edilen başarılar onunkilere nazaran çok daha fazla fakat Bosnak futbolcular bizim oyuncularımıza göre daha kaliteli ve oyun bilgisi daha yüksek oyuncular olduklarını düşünüyorum.

14 Mayıs 2010 Cuma

Soccer Aid




Şarkıcı Robbie Williams'ın çocuklar yararına düzenlediği ''Soccer Aid'' isimli yardım maçında Ryan Giggs'in takımında Zidane, eski Arsenal kalecisi Lehmann, Heroes'dan James Kyson-Lee, Henrik Larsson gibi isimler olacak. Bu takımın kaptanı Michael Sheen, menejeri ise Kenny Dalglish olacak.

Karşı takım ise Robbie Williams, Ricky Hotton, Alan Shearer gibi isimlerden oluşacak.

Maç 6 haziran 2010 tarihinde Old Trafford stadında oynanacak.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Emre Çolak'ın sözleşmesi 2014'e kadar uzatıldı


Frank Rijkaard'ın Galatasaray'a gelişi en çok Serdar Eylik ve Emre Çolak gibi Galatasaray'ın genç oyuncularını heyecanlandırmıştı. Messi gibi bir oyuncuyu Barselona'nın altyapı takımından A takımına çıkaran bir hocadan bu genç oyuncuların beklentisinin büyük olması çok doğaldı.

Emre Çolak Galatasaray'ı sıkı takip eden taraftarların altyapıdan bildiği bir isimdi. Çok hızlı ve teknik kapasitesi yüksek bir oyuncu. Dribbling özelliği şuan Süper lig'de forma giyen çoğu oyuncunun üstünde. Şutları da gayet başarılı. Fakat fiziği itibariyle topu saklayabilme ve ikili mücadelelerde ayakta kalabilme özelliği çok düşük. Eğer fiziğini geliştirirse Arda Turan ismini bize unutturabilir.

Bugün anlaşmasını 2014'e kadar uzattı. Şimdi Emre Çolak'ın kendini gösterme zamanıdır. Sahada çabukluk ve taktik antrenmanlarından sonra kendini salona kapama zamanıdır. Güçlenme zamanı yani. Eğer kuvvetlenirse, cesaretci oyunu ve sahip olduğu teknik kapasite ile standart üstü bir oyuncu olabilir. Umarım bu sözleşmeden sonra kendini serip, şımarmaz. Galatasaray'ın büyüklüğünü senelerdir altyapıda oynayan bir oyuncu olarak bizden daha iyi bilmektedir. Böyle bir kulübün kendisi ile 4 sene daha sözleşme uzatması onu çalışmaya teşvik etmeli ve hırslandırmalı. İnşallah istenilen seviyeye kısa zamanda çıkar.

11 Mayıs 2010 Salı

Galatasaray karşıtı basın




Basın; futbolcuları, taraftarları, kulüp yönetimlerini etki altına alabilecek kuvvete sahiptir. İş böyle olunca kulüpler basını kendi yanlarında görmek isterler. Kendi içindeki insanları, eski sporcularını basına yayarlar. Basın etkisi az olan kulüpler, bu kaynaktan az besleneceğinden ve destekleneceğinden dolayı basın aleyhlerine çalışabilir. Bunun en güzel örneği de Galatasaray'dır. Zaten basından yeteri kadar destek alamayan Galatasaray, bir de yönetimle kavgalı olan eski futbolcuların basında söz sahibi olması ile iyice sıkıntıya girdi. Sözüm Hakan Şükür ve Hakan Ünsal'a.

Bu 2 futbolcunun Galatasaray'a kattıkları tartışılmaz. Oynadıkları dönemde ülkede mevkilerinin en iyilerinden oldular. Mücadele ve hırsları ile öne çıktılar. ''Büyük Galatasaray'lıyız'' diye kendilerinden bahsettiler. Buraya kadar her şey güzel. Adnan Polat yönetimiyle kavgalı olan bu futbolcular her katıldıkları programda ve söyleşide yönetime kin kusmaktadırlar ve bundan sonra da kendilerinin çok büyük Galatasaray'lı olduğunu söylemektedirler. Eğer ki siz büyük Galatasaray'ın sembol oyuncularındansanız ve çok seviyorsanız kulübü, o zaman yönetime ya da başka kişilere olan sinirlerinizi biraz sınırlanamak durumundasınız. Sizin yönetimini hep suçladığınız bu yönetim en az 2 sene daha burada olacak. Siz arkanızı dönüp, her boşlukta bu kişilerin yaptığı hataları yüzlerine vurur gibi kamuyla paylaşırsanız, Galatasaray zaten desteğini alamadığı yazılı ve görsel basından iyice öksüz kalacak. Büyük Galatasaraylıysanız bazı şeyleri görmezlikten gelip, sırf yönetime ''laf sokmak'' için sözler sarfedemezsiniz. Galatasaray kulübüne üye kabul töreninde siz gidip plaketlerinizi almazsanız bu, yönetime yapılmış bir saygısızlık değil, asırlık bir kulübe yapılmış bir saygısızlıktır. İnsanlar sevdiği şeyler için bazı şeyleri görmezden gelmek zorundadırlar. Eğer görmezden gelemiyorlarsa, onların sevgilerinden şüphe etmek mantıksız olmaz.

9 Mayıs 2010 Pazar

Franciso Varallo -The last surviving player from the 1930 World Cup-


Futbol için yaşayan efsanenin karşılığı Arjantinli Francisco Varallo. Ona bu sıfatı takan şey 1930 yılında Uruguay'daki ilk dünya kupasında forma giymesi ve tabii hala hayatta olması. 1930'daki dünya kupasını 93.000 kişinin önünde 4-2 kaybeden Arjantin takımında forma giydi. 1931 ve 1940 yılları arasında Boca Juniors formasıyla çıktığı 222 maçta 194 gol attı. 2009'da bu rekor Martin Palermo tarafından kırıldı.

Gitarist Derwall !


23 sene önce ligin bitimine 3 hafta kala herkes Beşiktaş'ı şampiyon ilan etmişken, Derwall ve öğrencileri sahneye çıkıp şampiyonluğu kazandılar. Gemi Galatasaray adasına yol alırken başkan Ali Tanrıyar da Derwall hocanın bastığı akorlara mandolinle eşlik ediyor.

4 Mayıs 2010 Salı

Turkcell Super Lig'inde tek forvetli sistemin önemi


Türkiye'de oynanan futbolun mücadeleye dayalı olduğunu düşünen sadece biz türk futbolseverler değiliz. Aynı zamanda ülkemize futbol oynamaya gelmiş sporcular ve teknik adamların da görüşleri bu yönde. Durum böyle olunca bir süper lig takımında sahaya çıkarılan 11 oyuncunun ortalama mücadele seviyeleri ligin standartının altında kalmamalı. Eğer kalırsa; ya ligden düşüyor ya da şampiyonluk yarışının çok uzağında kalıyorlar.

Koskoca sezonda Galatasaray'ın 4-3-3 oynadığı söylense de takımın yapmak istediği 4-2-3-1 idi. 4'lü defansın önündeki 2 oyuncunu takımı atağa kaldırma ve rakibin ataklarını kesme görevi ile görevlendirilir. Bu yüzden bu mevkide oynayan oyuncular gerek yetenek gerek mücadele açısından belli bir seviyenin üstünde olmalılar. Önceki yazıda Galatasaray'ın bu bölgeden çok çektiğini zaten yazmıştım. Bu mevkinin önündeki 3 lü oyuncuların 2 tanesi kanat oyuncusu olur. böylelikle kanat organizasyonlarından da yararlanmak mümkündür. Fakat bu mevkinin en büyük handikapı, bu 3'lünün top rakibe geçtiğinde topun arkasında kalmalarının zorunlu olduğudur. Eğer bu oyuncuların defansif ve fiziksel özellikleri çok yeterli değilse rakibin ortasahayı rahat geçmesi çok olasıdır. İş böyle olunca sizin defansif orta sahalarınız yani 4'lü defansın önündeki 2'li daima rakiple boğuşmak zorunda kalacak bu da takımın atağa kalkmasını çok zor hale getirecektir. Bu 3'lünün önünde de top tutan ve rakibe baskı yapan bir forvet oyuncusu gereklidir. Galatasaray her ne kadar 3 forvet gibi gözükse de aslında tüm sezon tek forvet ile oynadı. Galatasaray 4-3-3 oynamak isterdi elbet. Fakat göbekteki oyuncuların topu ileri taşıma özellikleri sınırlı olduğundan kanat oyuncularının geriye gelip top çıkarma çabaları ileride çoğalmayı engellemektedir. İleride çoğaldıkları zaman da geride pozisyon bulmak hep kaçınılmaz oldu. Rijkaard'da süper lig'in mücadeleci gücünü görünce 4-3-3'den U dönüşü yaparak 4-2-3-1 uygulamak istedi. Fakat bunun için elindeki oyuncular yeterli kapasiteye sahip değildir. Yani; adam 4-3-3 oynasa ayrı bir dert 4-2-3-1 oynasa ayrı.

Fenerbahçe'de sistem biraz daha farklıydı. 4-4-1-1 sistemini tercih etti Daum. Aslında buna 4-4-1-1 yerine direk 4-4-Alex-1 demek daha doğru olur. Fenerbahçe'nin oyun sisteminin Alex üzerine kurulu olduğunu anlamak çok da zor değil. Gerideki 4'lünün önünde oynayan 4'lü hep savaşcı isimler oldu Fenerbahçe'de. Emre, Christian(Selçuk), Mehmet Topuz, Özer. Bu 4'lünün aslında amacı topu Alex'e kazandırmak. Orta saha'nın savaşcı yapısı ve Alex'in yeteneği Fenerbahçe'yi ileri taşıdı. Fakat bu yazıda vurgulamak istediğim tek forvet olayı; Top takipteyken Guiza'nın baskısı ve ortasahanın mücadelesi. Top rakibe geçince Fenerbahçe bir anda tek forvet Guiza'nın da geri gelmesiyle 4-5,5 taktiğine geçiyor.(Alex'i savunma anlamında buçuk saymak daha doğru olur) Böylelikle mücadele anlamında anadolu takımlarına karşı daha başarılı olmaktadırlar.

Türkiye'de tek forvet oynamak artık ortasaha üstünlüğü için olmazsa olmaz bir taktik anlayışı haline geldi. Galatasaray belki Hollanda liginde olsa Ligi şampiyon bitirebilecek hücum zenginliğine sahipti fakat ilerideki oyuncularının mücadele ve defansif özellikleri kısıtlı olduğundan bu sene istenilen başarıları yakalayamadı. Bu yüzden top rakipteyken en önde oynayan oyuncunun topun arkasında rakibi rahatsız etmesi top kazanmada en büyük etken. Tek forvet oynamak da bu durumu garantiye almaktır.

Abdul Kader


Keita transferi gerçekleştiğinde Galatasaray karşıtı basın kendisinin çok alemci, disiplinsiz bir sporcu olduğunu yazdı. ''genç'' futbolcu denilmeyeceğinden dolayı burayı para kazanma yeri olduğu için tercih ettiğini söylediler. Lyon'da hiç varlık gösteremeyen bir futbolcuyu almanın saçma olduğunu söylediler. Şu an Galatasaray lige havlu atmasına rağmen sahada en istekli oyuncusu Keita. Keita, kaptan Arda Turan'dan daha istekli gözüküyor en azından sahada. Galatasaray'ın havlu atmasından sonra futbolculardan istekli bir oyun beklemek tabi ki hayal olur fakat Keita'nın istekli oyunu onun iş ahlakının üst düzey olduğunu gösterir.

Galatasaray'lıların sezon başından bu döneme gelinirken sahada en çok güvendiği oyuncuların başında geliyor Keita. İş ahlakını kötüleyen kişiler atıp tutmalarında haklı çıkamadılar.

İş ahlakı bu kadar yüksek bir futbolcunun, üst düzey top sürme özelliği, içeri katetme, pas ve şut özelliğinin de üst düzey olması onu Galatasaray'lının en çok performans beklediği futbolcu yapmaktadır. Galatasaray'ın böyle hırslı ve fizik açıdan üstün oyunculara ihtiyacı vardır. Eğer bu özelliklerin altında oyuncular bulunacaksa bunların yabancı olmasının hiçbir anlamı yoktur. Aksine negatif etkisi vardır. Gerek yabancı sınırlaması gerekse yabancı futbolcunun ülkeye adaptasyon sorunu göz önünde bulundurulursa, Keita gibi hem iş ahlakı hem de oyuncu yetenekleri ülke seviyesinin üstünde olan futbolcular yabancı hakkını işgal etmeliler.

Galatasaray, Keita transferiyle -eğer yüksel meblağ transfer teklifleri gelmezse- Galatasaray'ın sağ ön tarafını rezerve etmiştir. Taraftarda bundan hiç şikayetçi olmayacaktır.

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Defansif Ortasaha


Galatasaray, 2009-2010 sezonunda büyük ihtimalle ligi 3. sırada tamamlayacak. Kritik dönemlerde kaybedilen kritik puanlar durumun böyle gelişmesine neden olurken son haftalarda en az puan kaybı yaşayan Fenerbahçe ve Bursaspor son 2 haftaya şampiyonluk ihtimali ile girdiler. Galatasaray sene başında kadroyu kurarken rakiplerini bile imrendiriyordu. Baros, Kewell, Keita, Elano, milli takımın stoperleri ve bekleri..Kadroya böyle bakıldığında Türkiye liginde pek zorlanmadan şampiyon olacağı bekleniyordu Galatasaray'ın. Fakat oyunun 2 yönünü oynayan, mücadeleci ve akıllı oyuncuların az olması aslında takımın en büyük handikapıymış. Oyunun 2 yönünü oynayan tipteki oyuncuların olması gereken mevki ortasahadır. Çünkü bu oyuncular hem takımı atağa kaldırırken oynadıkları toplarla hem de rakibin ataklarını durdurmadaki becerileriyle ön plana çıkarlar. Bu da anca mevkisel anlamda ortasahada gelişebilir. Galatasaray'ın bu anlamda yararlanmak üzere kadrosunda bulundurduğu futbolcular Mehmet Topal, Ayhan Akman, Elano, Mustafa Sarp, Barış Özbek ve devre arasında sakatlığı bir türlü geçmeyen Linderoth. Linderoth'dan beklentilerin büyük olması, Mehmet Topal'ın ve Ayhan Akman'ın sahip oldukları potansiyel sene başında buraya yapılacak transfer yatırımlarının önüne geçti aslında. Ayhan'ın ve Topal'ın performansından tam verim alamayan Rijkaard yeni transfer Mustafa Sarp'ı oynattı bu mevkide uzun süre. Gerçekten de gayet savaşcı ve tempoluydu. Fakat bir gerçek var ki topu kullanmadaki becerisi o mevkide onu ''aranan'' yapmaktan alıkoyuyordu. İngilizlerin ''box to box midfielder'' dedikleri kavramın sadece topu iyi kullanmak ya da sadece savaşcı ve tempolu futbol oynamak olmadığını bilmek gerekir. Mevkiler arası bağlantıyı yapmak sadece rakibi bozmak olmayacağı gibi sadece topu iyi kullanmak da değildir. Galatasaray'ın her ikisini yapabilen futbolculara acilen ihtiyacı vardır. Mehmet Topal çok iyi marke edebilir, çok koşabilir fakat kazanılan topu ve pozisyon almadaki eksikliği onu hiçbir zaman Galatasaray'ın değişilmez ortasaha oyuncusu yapmayacaktır. Ayhan Akman artık yaşının vermiş olduğu fiziksel düşüş ile bu zamandan sonra 11 futbolcusu değildir. Barış Özbek dengesiz ve mental açıdan eksik bir futbolcu. Kendini geliştirmesi için çok şans verildi fakat topu kullanmadaki becerisini arttıramadı. Eğer yeni sezona kendini hazıralayarak girebilirse yararlı olabilir. Elano fiziksel açıdan o pozisyonda oynayabilecek bir futbolcu değildir. Özellikle de Türkiye liginde. Topu çok iyi kullanabiliyor olsa da fiziksel açıdan çok çabuk rakipleri tarafından pozisyonu bozuluyor.

oynanılan atak bazlı sistemde göbekteki oyuncuların ''idare etme'' şansları olmamalıdır. İleride oynayan 3'lünün de rakibi kapatma özellikleri az olduğu zaman Galatasaray'ın ortasahası çok çabuk geçiliyor ve rakipler Galatasaray'a karşı çok pozisyona giriyorlar.

Özetlemek gerekirse; Aslında Galatasaray koskoca bir sezonu ortasahasız geçirdi. Dirençsiz, kırılgan bir takım görüntüsü çizdi.