30 Ekim 2011 Pazar
Kayserispor 0 - Galatasaray 2 | Galatasaray'da ''Aydın''lık Yok
![](http://2.bp.blogspot.com/-QTNqujn1KVE/Tq10k4dzY_I/AAAAAAAAAkc/V571KtIWCdU/s400/gs.jpg)
Galatasaray 2 hafta üst üste puan kaybedince, Kayserispor deplasmanının önemi daha da artmıştı. Açıkcası taraftar da bu maçtan kuşkuluydu. Geçen hafta TT Arena'da kaybedilen maç sadece 3 puanlık bir kayıp değil aynı zamanda Servet, Gökhan Zan, Sabri ve Kazım gibi oyuncuların da kaybına yol açmıştı.
Galatasaray kalede Muslera, defans 4'lüsünde Hakan Balta, Semih, Ujfalusi ve Eboue, orta sahada Ayhan, Melo, Selçuk, Riera ve Yekta onların önünde de forvette Elmander ile sahaya çıktı.
İlk yarıda, Riera'nın serbest vuruşta içeriye kestiği topa çok iyi yükselen ve dokunan Elmander, skoru 0-1 yaptı. Herkes devreyi ilk yarıda 1-0 önde kapatan Galatasaray'ın ikinci yarı daha hevesli ve rahat futbol oynayacağını beklerken, ikinci yarıda Galatasaray ilk yarıyı aratır bir performans sergiledi. Buna rağmen, Elmander'in zorladığı bir pozisyon sonucunda hata yapan Kayserispor'lu oyuncu Eren Güngör'ün hatasını iyi değerlendiren Selçuk İnan, skoru 0-2 yaparak Galatasaray'lıları rahatlattı. Ayrıca Riera'nın bugün istenilen futbolu sahaya yansıttığını, Eboue'nin kendi mevkisi olan sağ bekte çok daha yararlı olduğunu gördük. Selçuk İnan ve Melo'nun uyumları her zamanki gibi iyiydi fakat ikinci yarıda Galatasaray'ın geri gömülmesine çözüm bulamadılar. Hakan Balta sezon başından beri ilk defa bu kadar istekli oynadı. Bolca atağa katıldı ve pozisyon alırken neredeyse hatasızdı.
![](http://3.bp.blogspot.com/-UKMeUCM98uc/Tq17lfgexYI/AAAAAAAAAko/vECNeuPZsdQ/s400/gss.jpg)
Galatasaray'da ''Aydın''lık Yok!
İkinci yarıya Galatasaray ilk yarıdaki kadrodan farklı çıkmak zorunda kaldı. Yekta'nın sağ önde başladığı maçı sakatlığından ötürü devam ettirememesi, Aydın Yılmaz'ın oyuna girmesine neden oldu. Zorunlu değişiklikti bu. Fakat hakikaten ''zorunlu'' olduğunu, Aydın oyuna girince daha iyi anladık. Bu kendisine tanılan kaçıncı şans bilmiyorum ama ben hayatımda bu kadar vasıfsız oyuncu az gördüm. Mesela yıllardır hep eleştirilen Ayhan aylar sonra sahadaydı fakat en azından mücadelesi ile maçtan sonra yaptığı hataları unutturabildi. Aydın için aynı şeyi söylemeyiz çünkü kendisi bir profile sahip değil. Alan kapatma yok, rakibi kovalama yok, top sürme yok, olumlu pas yok, şut yok, hücum zenginliği için boş koşu yapmak yok. Hakikaten yok da yok. Bazı oyuncu az yeteneklidir ya da gününde değildir fakat bunu mücadelesi ile kapatmaya çalışır. Bazı oyuncu fizik olarak çok iyi değildir fakat topla bu açığını kapatır. Aydın hangisinde iyi hangisinde kötü anlayabilmek müümkün değil. Kendisinden 4 yaş ufak Emre Çolak Ayhan yerine oyuna girdiğinde bile kısa sürede çaldığı toplar ile kendini gösterebildi. Koskoca 45 dakika boyunca ne iş yaptığı belli olmayan Aydın'a artık kimsenin tahammülü kaldığını zannetmiyorum. Kendisi için en kötü şeyin ise ''kendini gösterme'' hevesini yitirmiş olması olduğu düşünüyorum. Hırs ve forma kapma inancından oldukça uzak bir görüntüde. Kendisinin Galatasaray forması altında geleceğinin parlak olduğunu düşünmüyorum.
Elmander'in Deplasman Fobisi?
Yayıncı kuruluşun spikerlerinden biri maçın başından Elmander golü bulana kadar, Elmander'in deplasmanda gol bulamadığını, bu fobisini yenmesi gerektiğini söyledi durdu. Bugün ligin 9. haftası oynandı. Bu maç ile beraber henüz Galatasaray daha 5. deplasman maçına çıktı. Böyle bir istatistik vermek ne kadar etik? Henüz deplasmanda 4 maç oynamış ve bu 4 maçta gol bulamamış bir Elmander'in deplasman fobisi olduğunu söylemek, durduk yere ortalığı kızıştırmaktır. Ki yanlış hatırlatıyorsam düzeltiniz Elmander ilk haftaki Belediye maçında ilk 11 sahaya çıkmadı diye hatırlıyorum. Neyse ki Elmander bu fobisini(!) yendi ve Kayseri'ye karşı deplasmanda golünü buldu.
İki Yeni İsim Ayhan ve Semih!
Ayhan uzun süre Galatasaray'da forma şansı bulamamıştı. Bugünkü performansıyla bu takımda bu sene için rotasyonda düşünebilecek bir oyuncu olduğunu gösterdi. İlk 11 oyuncusuyken negatif eleştirilmesi, rotasyon oyuncusuyken de negatif eleştirilecek demek değil. Rotasyon oyuncusu olmak ile ilk 11 oyuncusu olmanın sorumlulukları çok farklı. Ayhan 2 senedir iyi bir rotasyon oyuncusu olmayı hakkediyordu fakat ilk 11'de kurtarıcı olarak sahada yer alması doğal olarak beklentileri karşılamaması demekti ve sürekli eleştirilmesi de çok normaldi. Şimdi Galatasaray'da bu seneki rolü, fizik ve
yaşının getirmiş olduğu dezavantajlara daha uyuyor. Ben kendisine bugün olumlu not verdim.
Semih Kaya ise Gökhan Zan'ın ve Servet'in olmamayışıyla, Fatih Terim tarafından Ujfalusi'nin yanında kendine yer buldu. Herkes Ujfalusi'nin yanında Hakan Balta'nın oynayacağını düşünürken, Fatih hocanın ona güvenip forma vermesi gerçekten çok güzel. Gerçekten de hatasız oynadı. Altyapıdan çıkma genç bir oyuncunun, o bölgede yaşanılan olumsuzluklar sonucu forma giyebilecek durumda olması, Türk futbolunda çok görülen bir durum değil, özellikle stoper bölgesinde. Bugün Fatih Terim'in ona güvenip forma vermesi ile o da daha fazla özgüven depolayacaktır. Gökhan Zan ve Servet Çetin'den çok daha çabuk bir oyuncu olduğunu söylemeliyim. Hava toplarında da biraz kendini geliştirirse, ilerideki dönemde takımın ilk stoperi olmaması için bir neden göremiyorum.
![](http://3.bp.blogspot.com/-pAiaQoxmM3Y/Tq17t6wQUPI/AAAAAAAAAk0/J7aysqN3PP8/s400/smh.jpg)
29 Ekim 2011 Cumartesi
Chelsea 3 - Arsenal 5 | Hücumcu Bekler ve Önde Kurulan Savunmalar
![](http://3.bp.blogspot.com/-Re4q-iBn3is/TqwNEp3K58I/AAAAAAAAAiM/qycVfQ2Dmw4/s400/ss.jpg)
Sezona iyi başlamayan fakat son haftalara doğru toparlayan Arsenal'in, Chelsea'ye Stamford Bridge'de 5 gol atacağına maçtan önce inanmak zordu. Her ne kadar son haftalara doğru takım bir ivme kazanmış olsa da, evinde Chelsea'ye 5 gol atabilecek bir oyun sergilemiyordu Arsenal. Chelsea ise evinde 5 gol yiyebilecek kötülükte futbol oynamıyordu. Bugün Chelsea'li futbolcular ve teknik ekip, Arsenal'in bu denli mücadele edebileceğini bence tahmin etmiyorlardı. Chelsea, 2 defa öne geçtiği maçta, Arsenal'in bu duruma, her iki seferde de olumlu reaksiyon gösterebileceğini eminim beklemiyordu. Nitekim Chelsea 3, Arsenal 5 gol attı. 3-5!
Kadrolar:
Chelsea:
01 Cech
02 Ivanovic
03 Cole
17 Bosingwa
26 Terry
07 Ramires (Lukaku 72)
08 Lampard
12 Mikel (Meireles)
09 Torres
10 Mata
23 Sturridge (Malouda 62)
Yedekler:
46 Blackman, 04 David Luiz, 34 Bertrand, 06 Romeu, 15 Malouda, 16 Meireles, 18 Lukaku
Arsenal:
13 Szczesny
04 Mertesacker
06 Koscielny
11 Santos
20 Djourou (Jenkinson 75)
08 Arteta
14 Walcott (Rosicky 79)
16 Ramsey
17 Song
10 Van Persie
27 Gervinho (Vermaelen 88)
Yedekler:
21 Fabianski, 05 Vermaelen, 25 Jenkinson, 07 Rosicky, 23 Arshavin, 26 Frimpong, 09 Park Chu-Young
Maç esnasında aldığım notlar:
0-5: Arsenal'in kanatları ilk dakikalarda çok açık veriyor. Bu yüzden Chelsea kanatları çok işlek kullanabiliyor.
5-10: Bu dakikalarda Arsenal bekleri biraz daha uyanmış gibi. Chelsea'nin arkaya sarkmalarına maçın ilk dakikalarındaki kadar izin vermiyorlar. Walcott sürati ve çabukluğu ile Chelsea kalesinde tehlikeler yaratıyor.
10-15: Andre Santos'un tarafından topla buluşan Chelsea'nin 10 numarası Mata, Lampard'a süper bir top kesiyor ve Lampard bu ikramı geri çevirmiyor. 1-0. Maçın özetini izleyen arkadaşlar, bu golden önce, Chelsea'nin sol taraftan, sağ tarafa hızlı kanat değiştirmesinin, Arsenal savunmasının nasıl dengesini bozduğunu görebilirler.
15-20: Oyun Lampard'ın golünden sonra dengelendi gibi. Chelsea bu dakikalarda ilk golü bulduğu taraftan, Arsenal'in sol tarafından gelmeye çalışıyor.
20-25: Arsenal orta sahası kopuk oynuyor birbirlerinden. Arteta'nın saha görüşü ve oyun yönlendirmedeki yeteneklerini biliyoruz fakat bu maçın temposunu kaldıramıyor. En ufak bir baskıda dengesi bozuluyor. Oyun bu dakikalarda kanatlardan çok orta alanda geçiyor.
25-30: Arsenal bu dakikalarda, Chelsea'nin aksine kanatlardan değil, rakip defansı göbekten delmek istiyor fakat Gervinho'nun arkaya sarkmadaki zamanlamaları doğru olmadığından şu an için net bir pozisyon yok. Bu sürede her iki takımda rakip defansın arkasına sarkma çabasında. Kontrollü oyundan çok direk ve savunma arkasına adam kaçırmaya yönelik bir strateji var.
30-35: Arsenal telaşlı oynuyor. Eğer biraz daha nefes alarak top çevirebilseler, istedikleri pozisyonları bulabilirler. Chelsea biraz durgunlamış gibi bu bölümde.
35-40: Bu sefer Gervinho rakip savunmayı göbekten delebiliyor! Zamanlaması ve koşusu çok yerinde. Kaleci ile karşı karşıya kalmasına rağmen soldan gelen Van Persie'nin daha müsait olduğunu görerek ona topu çıkarıyor. 1-1! Bu golden sonra Chelsea biraz hareketleniyor ve hatta golü de buluyor fakat ofsayt nedeniyle gol iptal. Ramires'in bu iptal olan golde Arsenal'in tekrar sol tarafından geldiğini hatırlatalım.
40-45: Tempo çok az da olsa bu dakikalar biraz düştü. Fakat buna rağmen defans arkasına sarkma stratejisi devam ediyor. İlk yarı bitmek üzereyken, kornerden Terry skoru 2-1'e getiriyor.
İlk yarı yorumu: Kanatları ilk yarıda hep alarm veren Arsenal, yediği iki golü de kanatlardan gelen toplardan yedi. Chelsea'nin yediği gol ise göbekten geldi. Garip olan; beklerini hücuma çıkarttarak, defansında boşluklar veren Arsenal attığı tek golü de göbekten buldu. Kanatlardan ilk yarıda etkili olduğunu söyleyemeyiz.
45-50: Arsenal 2. yarıya hızlı başladı. Defansif yönde ilk yarıda sıkıntıları olan Andre Santos, golü buldu. 2-2! Chelsea bu golü yedikten sonra tekrar kanat akınlarını hızlandırdı.
50-55: Walcott'un çabukluğu ile Arsenal 3-2 öne geçiyor. Yere düşmesine rağmen hızlıca kalkıp, çok isabetli vuruyor.
55-65: Chelsea 3. golü yedikten sonra zaten ileride olan savunmasını daha da ileride kurmaya başlıyor. Arsenal daha rahat Chelsea savunmasının arkasına sarkmaya başladı.
65-75: Arsenal 3-2 öne geçtikten sonra kalelerine daha şuursuz gelen Chelsea'ye karşı daha rahat oynuyor. Oldukça fazla sprinter oyuncuya sahip olmalarından ötürü, maç istedikleri bir biçimde gidiyor denebilir bu dakikalarda.
75-85: Tempo giderek düşüyor. Bu çok normal çünkü maçın bu dakikasına kadar oyun genellikle çok yüksek tempoda seyretti. Maç tam Chelsea için artık bitiyor denilirken, Mata uzaktan muhteşem bir şut çıkararak takımına beraberliği getiriyor. Golden önce yerde kalan Ander Santos'a faul yapıldığını ama hakemin bunu çalmadığını da söylemeliyim. 3-3. Maç artık böyle biter denilirken, dakika 84'de John Terry telafisi olmayan bir hata yaparak Van Persie'nin Cech ile karşı karşıya kalmasına neden oluyor. Van Persie, Cech'i geçerek boş kaleye topu gönderiyor. 3-4!
85-M.S: Chelsea doğal olarak 4. golü yedikten sonra organize olmakta çok güçlük çekiyor. Arsenal'de maçı bu şekilde bitirebilmek için oyunu iyice geride karşılamaya başlıyor. Maçın uzatma dakikalarında şuursuzca beraberliği arayan Chelsea geride boşluklar veriyor ve Arsenal çok hızlı atağa çıkarak, Van Persie ile golü buluyor. Sol ayağı ile inanılmaz sert bir şut çıkartan Van Persie maçın skorunu da belirliyor. 3-5!
![](http://3.bp.blogspot.com/-851ZEkw7444/TqwOhZdTVkI/AAAAAAAAAiY/7hG8z5npOis/s400/RVP_1399294a.jpg)
Yorum: İki takımda 4-3-3 dizilişi ile sahaya çıktı bugün. Chelsea maça daha iyi başladı. Arsenal orta sahası birbirinden çok kopuk bir görüntü çizmesine rağmen, bulduğu goller ile beraber kendilerine daha güvenerek oynadılar ve bir bütün olmayı maç içinde başardılar. Chelsea, Arsenal'e göre daha organize atak geliştirerek başladı maça fakat maçın ilerleyen dakikalarında iki takım rolleri değiştirdiler. Chelsea birbirinden daha kopuk ve organizeden yoksun şekilde oynarken, Arsenal maçın başındaki o ''ezik'' görüntüsünü silmişti.
Bu maçın bu denli güzel olmasındaki temel taktiksel sebep, iki takımında hücuma çıkmayı seven beklere sahip olması ve defanslarını önde kurmak istemeleri. Durum böyle olunca, birbirlerine daha yakın oynayan iki takım, bizlerin mücadelesi yüksek ve kıran kırana bir maç izlemesini sağladı. Arka 4'lüsü genelde ileride olan bu iki takımın arkasında verdiği boşluklarında, biz seyirciler tarafından göze hoş geldiğini söylemeliyiz. Yani, bu kadar güzel bir maç izlememizin sebebi Villas-Boas ve Arsene Wenger'dir. Londra derbisinde, ikisi de korkusuzca oynayarak beklerini ve savunmalarını önde kurdular. Bu, sahadaki takımların taraftarlarını strese sokmuş olsa da, biz futbol aşıkları için az bulunan bir fırsattı.
26 Ekim 2011 Çarşamba
Galatasaray 2 - Gaziantepspor 4 | Antep'li futbolcular değil hakem baskı yedi!
Bu sene başında hazırlık maçlarını izledikten sonra, maç muhabbeti yaptığımız arkadaşlarıma Galatasaray'ın içeride bu sene zor maç kaybedeceğini söyledim. Evet ''zor''. Bugün Gaziantep maçında Galatasaray zor değil kolay kaybetti. Anca 2 zorunlu değişiklik ve 2 kırmızı kart ile kaybedebilirdi bu maçı; kaybetti.
Hakem için uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Verdiği kararları da oturup yorumlamayacağım. Fakat şunu söylemek zorundayım. Bu akşam ki hakem; Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor gibi kulüplerin maçlarını yönetmemeli. Büyük taraftar kitlelerine sahip bu kulüpler, bu tarz hakemler için çok fazla. Gereğinden fazla etki altında kalıp, asıl görevleri olan ''maç yönetme''den çok uzak durumda kalıyorlar. Çaldığı düdüklerin doğruluğunu tam bilemiyorum. Maçı televizyondan izlemedim, henüz geldim eve Aslantepe'den. Bu kararların doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmıyorum, tartışamıyorum. Ama maçı tribünden izleyen biri olarak, hakemin maçı yönetemediğini ve bu maçın ona ağır geldiğini söylemekten çekinmem. Atmosferden etkilenmesi gereken Gaziantep'li futbolcular yerine, maçın hakemi baskı altında kaldı.
Bence Galatasaray'lıların bu maçın ardından üzülmemesi gerekir. Tüm olumsuzluklara rağmen, son dakikaya kadar sahada savaşan bir Galatasaray vardı.
Büyük takımsanız 10 kişi kaldıktan sonra 2-2'lik beraberliği yakalayıp, içeride skora yatamazsınız. Galatasaray'ın büyüklüğü buradan geliyor. 10 kişi de kalsa 9 kişi de kalsa içeride her zaman galibiyet için oynayan bir takım olmak çok önemli.
Gaziantep hakkında ise söyleyeceğim tek şey, bu zamana kadar potansiyellerini Galatasaray maçında gösterdiler. Hakikaten kaliteli oyunculardan kurulu ve hep ileriye oynamayı seven futbolcular var takımda.
not: Şu an yazıyı yazarken TV'den de maçın özetini izledim. Servet'in pozisyonunda kırmızı kartı anlamak mümkün değil. Sadece bu yüzden bile maçı katlettiğini söyleyebilirim.
Taktiksel açıdan da Galatasaray hakkında şunu söylemeliyim. Eğer Kazım yoksa ve Eboue ile Sabri sahadaysa, arkada oynayacak oyuncu Eboue olmalı. İleride Sabri'nin dinamikliğinden yararlanmak gerekir.
Elmander bu takımın en önemli hücum gücü. Bunu artık kimse tartışmamalı. FM dilinde ''complete forward'' tadında.
Muslera 4. golde çok kötü. Diğerlerinde hata bulmuyorum.
Şimdi maçta çektiğim 1-2 fotoğrafı paylaşıyorum.
Antep'li futbolcular zemine bakmak için sahaya çıkıyorlar. Bu sırada yukarıdaki ekranda, GS bayan basket maçını da takip ediyorlar.
Galatasaray 11'i kenarda ısınıyor.
''Depremzedelerimizin acısını paylaşıyoruz''
Ultraslan yerinde.
Saygı duruşu.
Galatasaray saha dizilişini net olarak görüyoruz. 4-1-4-1.
24 Ekim 2011 Pazartesi
Manzano'nun Atletico Madrid'i !
![](http://2.bp.blogspot.com/-hiNALdIgEmI/TqUtSMDGaAI/AAAAAAAAAeg/M7arUPXtqyI/s400/50124.jpg)
Atletico Madrid beklentilerin altında, bu kesin. Sezon öncesinde Diego, Falcao ve Arda gibi isimleri transfer eden kulüp, istenilen seviyeye gelebilmiş değil.
Takım La Liga'da 8 maç oynayıp 10 puan toplayabildi ve 9. sırada bulunuyor. 8 maçta 2 galibiyet, 2 yenilgi ve 4 beraberlik. UEFA Avrupa Ligi'nde takım 3 maç yaparken sadece 4 puan toplayabildi. En önemli rakibi Udinese'ye 2-0 kaybetti, Celtic'i 2-0 yendi ve Rennes ile 0-0 berabere kaldı.
a) Takımın beklentilerin altında kalmasının bana göre şu ana kadar ki en büyük nedeni acele oynamak ile çabuk oynamayı karıştırıyor olmaları. Dün Mallorca maçında da bu iyice ortaya çıktı. Hele bir de maçın başında penaltıdan gol yedikten sonra, bu daha da ortaya çıktı.
b) Diğer nedenlerden biri Manzano'nun çoğu maç orta sahadaki hücum oyuncularında büyük değişiklikler yapması. Bu da takımın bir tempo yakalamasını aksatan nedenlerden.
c) Takımlarda sorumluluk alan oyuncuların olmasının hep önemli olduğunu söyleriz fakat Atletico'da bu durum biraz fazla. Herkes sorumluluk alma işini fazlasıyla yaptığından (özellikle hücumdan bahsediyorum), takımın organize olması çok ağır oluyor.
d) Bireysel olarak çabuk oynayan oyunculardan kurulu bir ekip olsalar da, takımda Falcao hariç topsuz alanda çabuk oyuncu yok gibi. Bu yüzden rakip savunmanın dengesini bozmak bireysel çabalara kalıyor.
Mallorca maçında teknik direktör Manzano'nun ilk 11'i ile maç esnasındaki değişikliklerine bakalım.
İlk 11:
![](http://2.bp.blogspot.com/-9XC6FdNBgXY/TqUxJ6EXzbI/AAAAAAAAAes/3CgBtp8jUTs/s400/11.jpg)
Değişiklikler sonrası kadro:
![](http://2.bp.blogspot.com/-XEAkTKGv9PE/TqUxa91DZaI/AAAAAAAAAe4/WWA7SqIYjCk/s400/dei%25C5%259Fim.jpg)
Atletico, Mallorca maçında kendi evinde, ilk fotoğrafta görüleceği gibi Arda, Diego, Tiago, Adrian ve Falcao hücum hattıyla sahaya çıkıyor. Oyunu rakip sahaya yıkacak bir hücum hattı bu. Özellikle içerde Mallorca'ya karşı bunu yapabilecek bir hücum hattı. Daha sonra 2. resimde görüleceği gibi bu hücum 5'lisinden 3'ünü maçın farklı periyotlarında değiştiriyor. Bunlar Arda, Adrian ve Tiago. Uzun vadeli istikrar ne kadar yararlıysa, 90 dakika içindeki bütünlükte önemli. Bu 3'lüyü çıkarıp yerine, Reyes, Salvio ve Pizzi'yi almak ne kadar mantıklı? Maç içinde hücum hattının %60'ını değiştirmek sizin değil rakip takımın işine yarar genellikle. Yorulmuş defansif orta saha oyuncularını zorunlu olarak değiştirebilirsiniz fakat hücum hattında böyle radikal oynamalar yapmak ''kıroluk''tur. Fazla parası olan insanların gereksiz harcama yapması gibi bir durum bu.
Diego çok istekli fakat yukarıda söylediğim ''acele oyun ile çabuk oyunu karıştırmak'' olayının en büyük mimarı. Telaşlı oynayarak, en büyük yeteneği olan o ölümcül paslarını atamıyor. Kendisi Avrupa piyasasının en gözde isimlerinden biri olsa da Arda'daki soğukkanlılık kendisinde yok. Altyapıdan yeni çıkmış bir oyuncu gibi kendini sağa sola atıyor. Falcao istediği topları alamadığından orta sahaya gelerek top almaya çalışıyor ki ileri uçta onun bir partneri olmadığından, onun o bölgeyi terk etmesi ile rakip stoperler çok rahat hareket edebiliyorlar.
Manzano kafasında bir oyun profiline sahip olsa, oyun içinde bu denli radikal değişiklikler yapmaz. Elinde çok yetenekli oyuncular var fakat o bunları nasıl organize edeceğini henüz bulabilmiş değil. Eğer bu duruma acil çözüm bulamazsa, kendisinin geleceği Madrid'de pek parlak değil. Elindeki oyuncuları, kafasındaki oyun şablonu ile birleştirmek ve doğru stratejiyi bulmak zorunda.
23 Ekim 2011 Pazar
Türk Halkının Futbola Bakışı | Ne de olsa Osmanlı Çocuklarıyız !
![](http://3.bp.blogspot.com/-k-c91AamKCU/TqPpPu7LxII/AAAAAAAAAdQ/21i7ZnKEcqU/s400/1215253236079.jpg)
Futbolcuları, Teknik direktörleri ve başkanları sonuna kadar eleştirelim ama bazen karşıdan da kendimize bakalım. Türk taraftar profilinin de melek olmadığını söylemek gerekir. Türk futbolunda taraftar, bazı durumların yaşanmasına sebep olabilecek kadar yanlış davranıp fakat bir o kadar da güçlü bir yere sahip. Bakalım biraz kendimize...
Milli sporu güreş olan bir milletten bahsediyoruz burada. Futbolun icadında pay sahibi olan ülkelerden değiliz. Onlar taç çizgisini icat edip, oyunun 11 kişi oynanması gerektiğini düşünürken, bizimkiler rakibini baldırdan yakalayıp nasıl alt edebileceğinin formüllerini geliştiriyorlardı. Sakına güreşi küçümsediğimi düşünmesin kimse. Sadece ''Neden oralarda değiliz''in cevabını ortaya çıkarmak için yapılmış bir vurgu bu örnek. Daha 100 seneyi bile tamamlamamış yeni Cumhuriyetimizin de fikirlerin ve spor olgusunun tam anlamıyla oturmasına engel olduğunu söyleyebiliriz. İngiltere'deki Tottenham taraftarının dedesinin dedesi de aynı sistemle yönetilirken, kendisi de aynı sistem ile yönetiliyor. Kulübü Tottenham'ın kuruluş tarihi olan 1882'de de ülkesindeki yönetim aynıydı şimdi de aynı. O zaman da halkın gelir sorunu yoktu şimdi de yok. O zaman da işsizlik azdı şimdi de az. Kulüp kurulduğunda da, şu an yaşadığı mahallede bulunan köşedeki bakkal vardı, şimdi hala sabah ordan süt alıyor. Bozulmayan ve süregelen bir düzenin parçası olan bu tarz toplumlara göre bizim halkımızın futbola bakışının çok sağlıklı olmaması normal. Yani; yönetilme ve devletcilik ile sıkıntısı olmayan bir taraftar ile ülkemizdeki taraftarın daha oturmamış düzende değişken fikirlere sahip olabileceğini tahmin etmek zor değil. Cumhuriyetimizin kurulmasından önce Osmanlı Devleti'nden gelen bir toplumuz. Rahatına düşkün, bir dönem tüm Dünyaya yön vermenin vermiş olduğu ''kibir'' ile uzun seneler ekmek yiyen bir toplum. Ekmeğini taştan çıkaran, üretici olan atalarımız yok. ''Her şey hazır sunulsun'' beklentisi olan bir topluma dayanıyor temellerimiz. Bu durum öyle ki, şu an ki taraftar yapımızın sabırsız olmasına, yöneticilerin aceleci davranıp, takımlarındaki istikrarı yakalayamamalarına bile etken.
Bu kadar temel görüş yeter. Günümüzde taraftar nasıl ve nereden besleniyor ona bir göz atalım. Basının rolü tabii ki çok önemli:
Gazeteden futbolu takip eden taraftarlar: Sadece gazete ile futbol gündemini yakalamaya çalışan taraftar futbol ile ilgili sorulara ''ilgiliyim ama çok zamanım olmuyor'' tadında cevaplar veren kimsedir. Okuduğu gazetedeki haberlerden sınırlı olan futbol hayatı, oradaki bilgilerin doğruluğu ve gerçekliği ile doğru orantılıdır. Zaten ideolojisini en çok savunan gazeteyi alan bu kişiler, futbol ile ilgili haberlerin o gazetede en doğru olduğuna kendini inandırmak zorundadır.
TV'den futbolu takip eden taraftarlar: Spor kanallarının bir nebze ülkemizde artması ile daha çok kitleye sahip olmuştur. ''son dakika'' haberlerini alabilen bu taraftarlar, ''gazeteciler''e göre daha sağlıklı takiptelerdir.
İnternetten takip eden taraftarlar: Bir de yabancı dilleri var ise en akıllı yolu takip eden taraftarlardır. Karşılaştırabilecekleri bir sürü kaynak olduğundan, kendi yorumlarını yaratabilmekte daha özgürlerdir.
Hepsiyle takip eden taraftarlar: Açıkcası hepsi ile takip edenler, gazetedeki haberler ile tatmin olmazlar. İnternet ve TV'deki bolluktan sonra gazetedeki haberleri başlık okurmuş gibi okurlar. 2-3 yaprak gazete sayfasından o kadar takımın, o kadar ülke futbolunun gündemini takip etmenin imkansız olduğu zaten bir gerçektir. Hızlı bir bakış atmak için gazeteyi kullanırlar. Futbol takibi için yukarıdaki tüm kanalları kullanan taraftar, olaylar ile ilgili kendi yorumunu oluşturmakta çok daha rahattır. Kendi düşünceleri vardır ve kendi doğrusunu daha rahat bulur.
Doğruyu söylemek gerekirse, futbolu takip etmek için tüm kanalları kullanan kişi sayısı az. Futbolun artık yavaş yavaş tutku olma evresine geçtiğini dönemde bu gözlemlenebiliyor. Diğer durumlarda, zaman ayırmak ve futbolu hayatının bu denli içine sokan taraftar sayısı az. Durum böyle olunca az önce yukarıda bahsettiğim kendi doğrusunu bulma ve yorumunu oluşturma kavramları halkımızda daha az. İngiltere'de ya da futbol kültürü oturmuş ülkelerde, koca millet hem internet hem gazete hem de TV'den futbolu takip ediyor demiyorum. Fakat takip ettikleri yayınlara %100 inanmıyorlar. Bizde durum biraz daha farklı. Gazetede bir yazı okuyan taraftar tüm benliği ile o habere inanıp, etrafındakilerle kavga edebiliyor. İnternette izlediği bir video sonrasında, rakip takımı tutan yakın arkadaşıyla kavga edebiliyor. Ya da TV'de konuşan bir yorumcunun düşüncelerine iliklerine kadar inanıp, tüm doğruların o yorumcudan çıktığını düşünüyor. Bizim halkımız takımlarından daha çok, başkalarının düşüncelerine ve fikirlerine fanatik. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak kolayımıza geliyor gibi.
Bunun örneklerini de güncel hayatımızda sıkça görüyoruz. Şu an sokağa çıkıp, 10 kişiye Türk futbolu hakkında sorular sorsak, Beşiktaş'ın Avrupa Ligi'nde son dakika yediği gol ile ilgili tek cümle duyamayız ya da Trabzonspor'un 3-0'lık yenilgisiyle ilgili... Milli takım ile ilgili Play-off'lara kalışımızı değil, hala Fatih Terim'in Milli Takımın başındayken aldığı paranın hesabını sorarcasına yorumlar duyabilir, Hiddink'in kazandığı paralar ile ilgili son düşünceleri duyup röportajının sonuna gelebiliriz. Bir başka röportajda, kendi tuttuğu takımın lig tablosunda kaçıncı olduğu sorusunu bilmeyen taraftarın, son dönemde Galatasaray'ın Fenerbahçe'yi Kadıköy'de yenememesi ile ilgili yorumlar yaptığını duyabiliriz mesela. Demek istediğim; hep ezbere konuşmalar, gazetelerde ya da kişinin takip ettiği basın organlarında vurgu yapılmış haberler... Bunları sanki bizim kendi yorumlarımızmış gibi lanse etmeyi çok seviyoruz. Başkasından duyup, birbirimize satıyoruz.
Sabahlara kadar tuttuğumuz takımı eleştiririz ama senede 3 maça gider miyiz biz de bilmeyiz. Statların boş olmasından yakınırız, hafta sonu gelince stat çıkışı trafiğinin olduğu yerlerden geçmeyiz...
Futbolcuların aldığı paraları gereğinden fazla önemseriz. Futbolcu güzel bir gol atar, ''o kadar para alıyor atacak tabii, ben mi atıcam??'' deriz. Takımı çok iyi gitse de eleştirecek şeyler bulmayı severiz. Pozitif değil negatif yaklaşırız. Yapıcı değil yıkıcı...
Bu taraftar yapısı sahadaki futbolcuya yardımcı olamaz. Yukarıda bahsettiğim gibi bir futbol halkına sahip olduğumuzu, maçın başında muhteşem destek veren tribünlerin, maçın sonuna 2-0 mağlup giren takımlarını nasıl yuhaladıklarını hatırlayarak anlayabiliriz. En önemlisi takımdan ne istediğimizi bilmeyiz. Başarıdan çok mali tablolara bakmamız bile ne istediğimizi bilmediğimizin örneğidir. Bu yapının değişmesi için zaman lazım. Düzenin oturması lazım. Ne de olsa Osmanlı'nın çocuklarıyız.
21 Ekim 2011 Cuma
MP Antalyaspor 0 - Galatasaray 0 | 3'lü değişti 'Mertlik' Bozuldu!
![](http://1.bp.blogspot.com/-NHYnllyK030/TqHMrqwH-xI/AAAAAAAAAc4/goi_G9FZU2E/s400/fft1mm1537835.jpg)
Uzun süredir Galatasaray maçı izlerken esnediğimi hatırlamıyorum. Her iki takımın da tempoyu arttıramadığı, Galatasaray'ın kazanmak istediği, Antalyaspor'un kaybetmemek istediği bir maç oldu. En nihayetinde de maç zaten 0-0 bitti. Peki Galatasaray'ın pozisyon üretmekte önceki maçlara nazaran bu kadar zorlanmasının nedeni neydi?
Bir kere şunu söyleyelim. Galatasaray yine pozisyon vermedi. 1-2 şans topunun haricinde Galatasaray'ın kalesinde pek bir pozisyon yoktu. Galatasaray fizik kuvvetinin artmasının ekmeğini kalesinde az pozisyon vererek alıyor. Genel olarak pozisyon üretmekte de eleştirilen Galatasaray, bugün daha da az pozisyona girdi. Galatasaray'ın, bugün önceki maçlara göre daha az pozisyona girmesinin nedenlerine bakalım.
Kazım'ın sitilini, sezon boyunca attığı gollerin kısırlığını ve rakibi kovalamamasını sabaha kadar eleştirebiliriz. Fakat bu hücum oyuncusu olduğu gerçeğini değiştirmez. Tabii ki Eboue'den bahsediyorum. Kendisi iyi niyetli ve takımı için pozitif işler yapmak isteyen bir futbolcu. Fakat hücum yeteneklerinin kısıtlı olması ile takıma yeni gelen her oyuncuda olduğu gibi kendini ispatlama çabası içinde olması birleşince ortaya acemi futbolcu profili çıkıyor. Bir de üstüne üstlük bu gerçekleri göremeyen spikerlerin kendisi hakkında ''Premier Lig'den gelmiş bir futbolcuya yakışmayacak bir top kontrolü'' lezzetindeki yorumları birleşince, insan çaresiz kalabiliyor. Tıpkı Eboue'nin sahada çaresiz kalması gibi...Bu tarz yorumlar televizyon başındaki, futbolu çok bilmeyen ama takımına aşırı derecede bağlı olan taraftarları kızdırmak için bir yem oluyor. Bu akşam bana Kazım'ın değerini bilmek adına olumlu bir akşamdı.
Daha da kötüsü var ama. Eboue'nin o bölgenin oyuncusu olmamasına rağmen çabası ve istekli oyununu görebiliyorsunuz. Fakat bir de o bölgenin oyuncusu olup, senelerdir patlama yapması beklenen fakat ne hikmetse bir kere bile o potansiyeli bize gösteremeyen bir Aydın Yılmaz gerçeği var. Rakibi kovalamak yok, adam eksiltme yok, çizgiye inme yok, geriye yardım yok, yok da yok. Yalandan alan daraltarak senelerdir mücadele ettiğini taraftarlara gösterme çabası artık yavaş yavaş son buluyor. Taraftar bunu yemiyor. Daha takıma katılalı 3-5 ay olmuş Eboue, Elmander ve Melo'yu gören taraftar, Aydın Yılmaz'ın durumunu yavaş yavaş anlıyor. Galatasaray'ın kötü gittiği 3-4 sezonda taraftar Galatasaray'ın nasıl mücadele ettiğini unutmuştu. Bu sezon bunu hatırlamak ile beraber Aydın gibilerin de ne durumda olduğunu taraftar anlamaya başladı. Bu sezon Fatih Terim ile beraber son şansını iyi kullanamayan bir Aydın Yılmaz seneye bu takımda duramaz.
4-4-2 oyuncu profilleri ile sahaya çıkan Galatasaray'da orta saha Melo, Selçuk, Eboue ve Aydın Yılmaz ile kurulunca orta sahada 2 kişi eksik oynayan Galatasaray Melo ve Selçuk ile biraz direnç sağlayarak o bölgede %50 oynadı. Eboue ve Aydın ile başlanan bir orta saha anca böyle sakatlıklar olan durumlarda olabilir. Başka türlü oluru olmadığını sadece Fatih Terim değil, taraftarlar da görmüştür.
Eboue ve Aydın'ın verimsizlikleri bir kenara, tabii ki üst üste galibiyetlerin mimarı olan orta sahanın bugün beraber olmaması Galatasaray'ın skor üretmesini engelledi.
Geçen hafta Baros'un iyi performansı ve sakatlıkların olması Fatih Terim'in 4-4-2 ile maça başlamasına vesile oldu. Bugün gol yollarında Galatasaray'ın etkisizliğini sadece 4-4-2'ye bağlayamayız fakat bizlere bir şeyi de işaret ettiğini bilmeliyiz. Galatasaray 4-4-2 oynayarak Melo, Selçuk ve Engin'den aynı anda yararlanamaz. Evet, Engin belki sol çizgi oyuncusu olarak da sahada yer alabilir fakat bu Galatasaray'da daha önce görmediğimiz bir durum olur ve bu 3'lünün birbirlerine 4-1-4-1 sistemindeki gibi yakın oynayamayacakları demek olur. Sol çizgide olan bir Engin'in, tüm oyun stratejisi değişecektir ve aslında o bizim Galatasaray'da oynadığı oyununu bildiğimiz Engin olmayacaktır. Bu yüzden Engin sakatlıktan çıkınca, 4-4-2'nin Galatasaray'a uygunluğu tartışılabilinir. Melo, Selçuk ve Engin'den Galatasaray'ın tam randımanlı yararlanabilmesi için bu oyuncuları orta sahadan dikine oynayabilecek şekilde kurgulaması gerekir. Bu da önceki maçlarda gördüğümüz gibi, anca 4-1-4-1 ya da varyasyonları bir sistem ile mümkün olabilir.
Her yazıda belirtiyorum. Selçuk, Melo, Engin birbirlerini çok iyi tamamlayan oyuncular. Hangisinin hangi dakika ve pozisyonda, oyunun hangi periyodunda sahneye çıkacakları belli gibi oynuyorlar. Büyük bir iş birliği içindeler. Bugün o isimlerden birinin eksik olması Aydın ve Eboue'nin verimsizlikleri ile birleşince, Galatasaray haftalardır orta sahada rakiplerine tasladığı mertliği bugün Antalyaspor karşısında taslayamadı. Yani; Engin gitti, orta saha verimsizdi. Yani; 3'lü değişti ''mertlik'' bozuldu.
Bir Fatih Terim ve Adam Rotchstein Ortak Yapımı; Galatasaray!
![](http://3.bp.blogspot.com/-0tB4qJgEvjg/TqFmEBajSqI/AAAAAAAAAcs/D5S6VUhKAj8/s400/adam.jpg)
Yeni sezonda Galatasaray'ın daha istekli ve gözle görülür derecede daha iyi olmasının en büyük sebebinin Fatih Terim olduğu bir gerçek olmakla beraber, kondisyon ve güç olarak takımı yukarı çeken kondisyoner Adam Rotchstein'ı unutmamak gerekir.
Fatih Terim takımın öz güvenini geri kazanmasında büyük pay sahibi, bu bir gerçek. Teknik-taktik konusunda yaptığı işlerden çok, mental açıdan futbolcuların sağlıklı olmasını ve gerekli motivasyonu sağlamada Dünyada sayılı isimlerden bana göre. Fakat taktir edersiniz ki sadece mental açıdan hazır olmak maç kazandırmıyor. Bunun yanında fizik olarak da hazır olmalısınız. Galatasaray toparlandıysa antrenörü Adam Rotchstein ve teknik direktörü Fatih Terim'in iş birliğinin çok büyük rolü var.
Galatasaray bu sezon şu zamana kadar 6 maç oynadı. 6 maçın hepsi kondisyon olarak takımın aldığı yolu görmemizi sağladı fakat bu 6 maçın 3 tanesinde tam olarak fizik güç ve kondisyonun gelişimini apaçık görebildik.
Bu sezon TT Arena'daki ilk maça bakalım. Samsunspor önünde 1-0 üstünlük sağlanmasına rağmen, yenilen gol sonrasında takım içine kapanma yerine bu gole geri tepki gösterebildi. Kafa olarak bunu istemek önemli ama bunu fizik güç ile birleştirebilmek daha önemli. İkisi olunca ve giydiğiniz forma sarı-kırmızı olunca, yenilen gol sonrası olumlu geri reaksiyon göstermemek çok zor.
Karabük maçında daha maçın henüz çok başında 10 kişi kalan takımın bir de gol yemesinden sonra o maçtan puan çıkarması zordu. Maçın son periyotlarına girilirken yenilen gol sonrası, eski Galatasaray'ın buna ne mental açıdan reaksiyon gösterecek gücü vardı ne de fizik olarak. Maçı hatırlayın, Galatasaray yenik duruma düştüğünde bile, rakip kalede pozisyon bulmakta zorlansa da sonuna kadar mücadele etti ve istekliydi. En nihayetinde Baros'un yaptırdığı penaltı ile bu maçtan puan çıkarabildi. Hem fizik hem de kafa olarak güçlü olmanın, hangi takımda oynadığının bilincinde olmanın getirdiği 1 puandı bu.
Ve geçen haftaki Bursaspor maçı. Bursaspor gibi ligin dişli bir rakibinden dakika 80'de evinde gol yiyorsan, bunu çıkarman çok zordur. Eski Galatasaray (Gerets ve Kalli dönemi sonrası) 80'de gol yiyince, ''maç bitti, kapa televizyonu'' lafları dolaşırdı. Bu yenilen golün çıkmasına hiçbir futbolcunun inancı olmaz, inanç olsa gücü olmazdı.
Artık Galatasaray'lı taraftarlar her maçı kazanacağından emin olmasa da, 90 dakika boyunca takımlarının maçı isteyen bir futbolcu toplulu tarafından temsil edileceğini biliyorlar. Futbolcuların buna hem mental hem de fizik olarak hazır olduklarının farkındalar.
Galatasaray'lılar bunu sadece takıma geldiğinden beri mental ve taktik açıdan Galatasaray'ı toparlayan Fatih Terim ve kurmaylarına değil, aynı zamanda oyuncuların fiziksel durumlarını çok yukarılara çeken Adam Rotchstein'a da borçlular.
19 Ekim 2011 Çarşamba
Rooney hırsı | İdare edemem Milli Takım, idare edemem!
![](http://4.bp.blogspot.com/-9C-mFAusXYw/Tp6xA4AgqqI/AAAAAAAAAb8/nIPjIyKzmzk/s400/1110Rooney595.jpg)
İngilizler için Rooney değerli bir oyuncu. Seveni de sevmeyeni de çok. Zaten bu onu değerli kılıyor.
İngiliz futbol yorumcularından Steve Wilson geçen hafta köşesinde şöyle yazmış: ''Hiç Twitter kullanmadım; görüşlerimi 140 karaktere sığdırmaya hiçbir zaman uğraşmadım. Fakat Guardian gazetesi manşetcileri, İngiliz taraftarların Rooney hakkındaki düşüncelerini 6 karakterde nasıl sunacaklarını göstermişler; idiot!''
Tabii ki Rooney'nin Karadağ maçındaki tekmesinden bahsediyoruz. Futbolcular sahada hırslarına yenik düşebilirler. Fakat bu yenik düşmenin sonucu mahalle maçlarında kavga çıkaracak cinsten bir hareketle olmaz. Top ile rakibi olan Rooney'nin arasına girerek çok akıllıca bir hareket yapan Karadağ'lı oyuncunun, bu akıllı hareketine karşı, topu alamayan Rooney'nin ilk çabası yeterli olmuyor. Dikkat edin ilk vuruştan sonra asıl ikinci darbe geliyor.
İngiltere 2-1 öndeyken bu hareketin yapılması da daha kötü. Zaten istenilen alınmış, bu maçın o anki skorunu bilmesek ve sorsalar muhtemelen ''İngiltere kaybediyor herhalde'' deriz. 2-1 ile yetinemiyor mu acaba Rooney o tartışılmalı.
Baros boşuna gol krallıkları yaşamadı. Belki özellikler açısından Dünyanın en iyilerinin gerisinde fakat hırsı ve her zaman gol isteyip, her yolu denemesi onu 2004 Avrupa Şampiyonasında gol kralı yapmasını bile sağladı. Rooney de hırslı bir futbolcu. Hem de müthiş meziyetleri olan hırslı bir futbolcu. Onun için maçın çok rahat gidiyor olması, istenilen skorun elde edilmiş olması farketmiyor. Maçın her anında her saniyesinde gol atmak için hırsla dolmuş durumda. Onu Dünyanın en iyi golcülerinden biri yapan özelliklerden biri bu bana göre. Attığı bu tekmenin doğru bir hareket olduğunu savunmuyorum fakat Rooney'nin bu davranışının, psikolojik açıdan ona golcülük anlamında ne kadar yardımcı olduğunun dışarı vurulması olarak görüyorum. Karadağ maçında da 2-1 ona yetmiyor, idare edemiyor.
Benzer Rooney görüntüleri:
Not: Karadağ maçından önce babasının ve amcasının şike iddialarından tutuklandığını öğrenen Rooney'nin bu durumun etkisi altında kalarak, Karadağ'lı oyuncuya tekme attığını savunanlara tam anlamıyla katılmıyorum. Bunun onu etkileyip, etkilemediğini bilemeyiz fakat bu tekmenin sebebi tamamen yakınlarının tutuklanmasıyla ilgili olsa bile yukarıda savunduğum ''hırslı futbolcu'' tezini çürütmek yerine desteklemekte. Rakibe karşı agresif olma hususu bu maçlık ailevi sebeplerden ötürü olmuş olsa bile (ki ben buna tam anlamıyla katılmıyorum), oyuncunun maç içindeki genel agresif tavrının her zaman ailevi veya özel problemlere bağlanması doğru olmaz. Oyuncunun en güncel agresif tepkisi bu olduğundan ötürü, Karadağ maçındaki pozisyon incelenerek oyuncunun futbolcu profilini incelemek istedim. Kısacası; şunu söyleyebiliriz; Rooney'nin babası ve amcası şike iddialarından ötürü tutuklanmasaydı bile bu tekmeyi atma potansiyeli vardı ve ben bu tekmenin babasının ya da amcasının tutuklanması ile ilgili olduğunu düşünmüyorum.
18 Ekim 2011 Salı
İlk 6 haftalık Elmander'ler (Galatasaray'ın Forveti Değil)
![](http://4.bp.blogspot.com/-0-VDXtEWgfc/Tp1y5EqoSSI/AAAAAAAAAbY/0KLEEkjrnd4/s400/B_43e745bea31576b6a852c812b90eb3d0.jpg)
Johan Elmander Galatasaray'a geldiğinde çoğu gazetede kendisi hakkında ''Galatasaray'ın forveti değil'' temalı yorumları okuduğumu çok net hatırlıyorum. İşin garibi ayağına top değmemiş insanların bu yorumları yapmasını anlıyordum fakat futbolun içinden gelmiş kişilerin kendisi hakkında bu kadar negatif yorumlar yapmasını bir türlü anlayamıyordum.
Elmander'in geçen sene Bolton'da 10 gol attığını biliyoruz. Bu gollerin 7'si deplasmanda! 3 tanesi içerde. Oyuncu geçen sene Bolton takımının en çok gol atan futbolcusu olmuş. ''sezonda 10 gol yeterli değil'' diyen yorumcuların zaten Premier Lig'i sadece ayıp olmasın diye izleyen kitleden olduklarını söylemek de yalan olmaz. Premier Lig'de 10 gol atmış, bu gollerin %70'ini deplasmanda atmış, yaş olarak en verimli çağında olan, Bolton gibi köklü bir kulübün geçen sene en çok gol atan oyuncusunu bonservis bedeli ödemeden transfer ediyorsanız ve transfer ettiğiniz takım Real Madrid, Barcelona, gibi Dünyanın en üst düzey takımları değilse, bu transferi eleştirenleri pek de dinlememelisiniz.
Oyuncunun ''fundamental'' özellikleri çok oturmuş düzeyde. Ayak içini ayak üstünden daha iyi kullanması gözlemlediğim ilk şey. Kafa toplarındaki fiziksel hakimiyetinin yanında, zamanlaması da muhteşem. Fizik olarak çok yeterli olup fakat zamanlama problemi yaşayan bir futbolcu, kendisinden çok daha kuvvetsiz fakat zamanlamayı iyi yapan bir futbolcudan hava topu alamayabilir. Elmander hava toplarında hem zamanlamayı hem de fiziğini çok iyi kullanabilen bir futbolcu. 6 haftalık periyotta kendisini daha yakından izleme fırsatı bulduk. En büyük özelliği gelmeden de bildiğimiz gibi fizik üstünlüğü. 90 dakika takımın en çok koşan futbolcusu olması bir yana, aynı zamanda ikili mücadelelerde de hep ayakta kalan oyuncu kendisi.
Geçen sene Bolton'da ilk 6 haftalık periyotta 3 gol atarken, 2 de asist yapmış. Bu döneme kadar attığı 3 golden 1 tanesi Arsenal'e karşı, yaptığı 2 asisten biri de Manchester United'a.
Bu sene Galatasaray forması altında, ligin ilk maçında Belediye'ye karşı forma giymemesine rağmen, ilk 6 haftada 2 gol 2 asist ile oynuyor kendisi. Bunun anlamı; kendisi alışma süreci ile ilgili bir problem yaşamayarak takımına tam katkı gösteriyor. Kuzey Avrupa ülkesi futbolcularının profesyonellik anlayışını tam anlamıyla yansıtıyor.
Gazetelerde ve televizyonlarda kendisi hakkında ''Galatasaray'ın forveti değil'' diyen insanlar şimdi Baros'un yerine ilk 11 oynaması gerektiğini savunuyorlar. Ama bunu diyenler, Elmander'in kalitesini anladıklarından değil, 4-5 haftalık iyi performansını göre konuşuyorlar. 2 hafta gol atamasa yine bolca ''Galatasaray'ın forveti değil'' yorumlarını izleyip, okuyacağız.
17 Ekim 2011 Pazartesi
Galatasaray - Bursaspor maçı tribün içinden Elmander ve Baros'un gol sonraları (Video)
Bir önceki post'u okuyanlar, dün Mental Futbol'un Bursaspor maçı için TT Arena'da olduğunu biliyordur. Galatasaray'ın attığı gollerde tribün içinden çektiğimiz videoları yayınlıyoruz; atmosferi daha iyi yaşayabilmeniz için.
21. dakika Elmander golü sonrası:
Dakika 87 Milan Baros golü sonrası tribünler:
21. dakika Elmander golü sonrası:
Dakika 87 Milan Baros golü sonrası tribünler:
16 Ekim 2011 Pazar
Galatasaray 2 - Bursaspor 1 | Fotoğraflarla maçın analizi
Galatasaray'lı taraftarlar TT Arena'ya giderken, bu sezonki ilk ciddi sınavlarını bugün vereceklerini biliyorlardı. Soğuk havaya rağmen, Bursaspor maçında 35.000'e yakın taraftar stadı dolduracaktı.
![](http://1.bp.blogspot.com/-ewBvm8K_ins/Tpsyz7rA21I/AAAAAAAAAYU/a1lMsnB20AY/s400/DSC_0045.JPG)
Bursaspor'lu taraftarlar çoktan yerlerini almışlardı. Onlar hakkında bu maçta taktir edilecek şey, Galatasaray taraftarlarının, 3. defa Dünya Şampiyonluğuna erişen Galatasaray tekerlekli basketbol takımını alkışlamasına destek olmalarıydı. ''Helal olsun size helal olsun'' şeklinde de kısa süreli bir tezahuratta bulundular. Hakikaten çok güzeldi.
![](http://1.bp.blogspot.com/-BM61olhV7GE/Tps0h2gkkuI/AAAAAAAAAYg/sHOnXXeijtE/s400/DSC_0048.JPG)
Galatasaray'da ısınmaya ilk Muslera çıktı, tabii ki yanında Taffarel..
![](http://2.bp.blogspot.com/-EYvSHsgCrBM/Tps2Ab_b3BI/AAAAAAAAAYs/2Va5rYUBoBQ/s400/DSC_0059.JPG)
Sonra Bursaspor takımı muhteşem bir ıslık eşliğinde sahaya çıktı.
![](http://3.bp.blogspot.com/-tYaPyzMRV9M/Tps2v1jqIuI/AAAAAAAAAY4/WVg_RMcsAWQ/s400/DSC_0060.JPG)
Bu arada Ultraslan yavaş yavaş kendi tribününü dolduruyordu.
![](http://1.bp.blogspot.com/-3_nh01h7uh8/Tps3hovRPEI/AAAAAAAAAZE/je6Zmp6fd04/s400/DSC_0061.JPG)
Ve Galatasaray takımı ısınmak için sahaya çıkıyordu.
![](http://4.bp.blogspot.com/-GheGmE7eioA/Tps5BjVcnDI/AAAAAAAAAZQ/h1HjDmsHqBc/s400/DSC_0064.JPG)
İstiklal Marşı için ayaktayız.
![](http://2.bp.blogspot.com/-8_zHORUTDqI/Tps5y4VVH9I/AAAAAAAAAZc/D5TVa86WZqc/s400/DSC_0071.JPG)
Taraftar maça hazır.
Ve maç başlar..
![](http://3.bp.blogspot.com/-SG7I-BBzRI8/Tps-1vQ_XKI/AAAAAAAAAZo/SFWAS3wF7RY/s400/DSC_0075.JPG)
Galatasaray dün tahmin ettiğim kadroya yakındı. Sadece Fatih Terim'in Sabri yerine sağda Eboue ile başlayacağını düşünüyordum. Fakat Sabri sağ bekte ilk 11 başladı. Galatasaray Eskişehir ve Ankaragücü maçlarından çok da farklı değildi aslında. Selçuk, Engin ve Melo ortada birbirleriyle çok uyumlu çalışıyorlar. Bu, günden güne daha da iyiye gidiyor.
-GOLLER-
Maçtaki goller güzel. İlk atılan golde Engin Baytar'ın büyük etkisi var. Selçuk İnan ve Engin Baytar gibi oyuncular rakip ceza sahası önünde topu oynamayı iyi beceriyorlar. Bu yüzden Engin'in topu Elmander'e taşıması şans eseri değil, zaten bu oyuncudan beklenen bir özellik. Bursaspor'un attığı golde Serdar Aziz ön direğe çok güzel bir koşu yaptı ve güzel bir gol attı. Zaten Galatasaray bu maçta yese yese duran toptan gol yerdi. Başka türlüsü zor gözüküyordu. Galatasaray'ın 2. attığı golde Sercan'ın Elmander'e güzel topuk pası, Baros'un köşeyi görüşü çok güzeldi.
-----
Ujfalusi ve Gökhan Zan birbirlerine alışmışlar. Geçen sene bu takımda Gökhan Zan'ın ilk 11'de olup, Servet'i keseceğini Galatasaray taraftarına söyleseydiniz, muhtemelen kombine satışlarında bile bir düşüş olurdu. Fakat Gökhan gerçekten özverili ve tam konsantrasyon ile Ujfalusi ile iyi bir partner oldu. Bir ''canlı bomba'' durumunun olduğu gerçek fakat bunu da maç başında daha az sayılara çekmeyi başardı. Bu maçta da aslında rakibe bir top hediye etti fakat tehlike olmadan engellendi. Yenilen golde de stoperlerin hatası yok. Serdar Aziz'in kornerden attığı golde, Serdar'ı tutan oyuncu Elmander ve oyuncunun ön direğe koşuşuna karşılık veremiyor. Buna rağmen Ujfalusi Serdar'ı kapatmaya çalışıyor fakat gol oluyor. Diğer defans oyuncuları Sabri ve Hakan Balta da bugün iyi oynadı fakat Hakan'ın ofansif olarak çok durağan oynadığını da belirtmeliyim.
Riera, milli takımlar arasında fizik olarak ileriye gideceğine geriye gitmiş. Ayakta zor duruyordu. Sercan oyuna girerken aslında Fatih Terim'in planı Riera'yı çıkartmaktı fakat Engin Baytar'ın sakatlığı Riera'nın sahada kalmasını sağladı. Kazım sakatlanana kadar özverili ve istekliydi. Fizik olarak da kuvvetli duruyordu. Eboue girdikten sonra açık oyuncusunun yapmaması gereken her şeyi yaptı ve sağ taraf ağırlaştı. Eboue'yi bu durumda suçlamak doğru olmaz. Kendisinin savunma tipli bir oyuncu olduğunu unutmamamız gerekir eleştirirken.
Elmander tek kelime ile muhteşemdi bence. Çıplak gözle izlenildiği zaman sahada ne kadar çok koştuğunu daha da iyi görüyorsunuz. İşin garibi hem bu kadar koşup, hem de girdiği ikili mücadelelerde ayakta kalabiliyor. Bana göre Galatasaray'ın Melo ile beraber en iyi yabancı transferleri arasına girdi bile. Muslera'nın attığı 60-70 metrelik topları kontrol etmesi ve topa olan hakimiyeti üst düzey bir forvet oyuncusu olduğunun göstergesi.
Muslera bazen gereksiz çıkışlar yapan bir kaleci. Bana sanki kendine çok güvenmesinden kaynaklanan bazı problemler gibi geliyor. Geride güven verdiği bir gerçek fakat çıkışlarda bazen tribünleri korkutuyor. Fakat hiçbir zaman kendisinde ''çıksam mı çıkmasam mı?'' tereddütü olmuyor. Koşmaya başladığında duraklama yaşamaması güzel. Aynı zamanda ayağına çok hakim. En azından Gökhan Zan'dan daha iyi uzun top attığına yemin edebilirim.
Baros'un son dakikalarda oyuna girerek golünü atması Galatasaray için çok önemliydi. Bench'deki oyuncuların oyuna girip katkı sağlaması her takımın ihtiyacı olan bir durumdur. ''Takım'' olma konusunda büyük bir göstergedir. Fatih Terim takımdaki rekabet duygusunu bu denli iyi kurmasaydı, Bench'den gelenler oyuna bu kadar efektif katkı sağlayamazdı. Eğer bir takımın yedek kulübesinde, Baros, Servet ve Eboue gibi isimler varsa, o takım bir seviyeye gelmiştir.
Galatasaray'ın rakiplerine az pozisyon vermesinin bana göre 2 büyük nedeni var. Birincisi; topa hep hakim olmaya çalışan ve bunu genellikle yapabilen bir takım. İkincisi; Melo'nun 3. stoper gibi oynayıp savunmaya destek vermesi. Bunu maçta bir fotoğraf ile yakalayabildim. Resime tıklanırsa daha net bir şekilde görünecektir.
Galatasaray'ın dönem dönem oyun kurmada sıkıntı yaşadığını gözlemlemek güç değil. Aşağıdaki fotoğrafta görüleceği gibi, Melo, Selçuk ve Engin topu almak için çok uzaktalar. Genellikle Melo bu durumu iyi yapıyor fakat her zaman Selçuk ve Engin'in Melo'nun top almasını beklemesine gerek yok. Selçuk ve Engin, servis yapmak için her zaman topu Melo'dan almak zorunda değiller yani. Bu durumlarda Selçuk ya da Engin'den birinin Melo'ya daha yakın oynayarak top çıkarmada ona yardımcı olmaları gerekir. Bunu yaptıkları dönemde Galatasaray çok daha rahat çıkıyor hücuma. Fakat Melo'yu o bölgede yalnız bırakınca her zaman işe yaramıyor. Demek istediğim top Galatasaray'dayken, Selçuk ve Engin'in yan yana ileride top beklemesi doğru değil. Bunun daha aza inmesi gerekiyor. Bunun daha aza inmesi demek, Galatasaray'ın daha hızlı oyun kurması demek. Daha hızlı oyun kurmak demek, rakip savunmayı daha kolay hataya zorlamak demek.
![](http://3.bp.blogspot.com/-8aqq4hSIAt8/TptTAt2XlaI/AAAAAAAAAaA/xH9570XJUEw/s400/selcuk%2Bbaytar.jpg)
Aynı durumdan bir kare daha. Galatasaray oyun kurmaya çalışıyor fakat Selçuk ve Engin'in ikisi de fazla ileride. Bu oyunculardan birinin Melo'ya daha yakın oynayıp topu çıkarmada yardımcı olmaları gerekiyor.
![](http://3.bp.blogspot.com/-KpcjNTKKpa0/TptTh6OuilI/AAAAAAAAAaM/mBQQBMF6Z0o/s400/yine.jpg)
Eboue'nin açıkta oynamasının doğru olmadığını maçta çok daha iyi gözlemledim. Bence Sabri ve Eboue ikilisi oynayacaksa, Eboue'nin geride Sabri'nin ileride oynaması gerekir. Maçın bazı periyotlarında Sol açık oynayan Riera ile sağ açıkta Kazım'ın sakatlanması yerine oyuna giren Eboue yer değiştirdiler. Bu pozisyona alışık olmayan Eboue'nin, pozisyonun gereksinimlerini yerine getirecek bilgisinin olmadığı da çok açık. Aşağıdaki fotoğrafta göreceksiniz, topsuz alanda çizgide bu kadar anlamsız şekilde durmasının takıma için hiçbir faydası yok. Oyuna dahil olmak için böyle bir pozisyonda daha içeride oynaması gerekir.
![](http://4.bp.blogspot.com/-FOz-HpPr_7E/TptVf9KLXCI/AAAAAAAAAaY/2GRsibRWmlI/s400/eb.jpg)
90 dakika sonu.
![](http://1.bp.blogspot.com/-mPqRdr5leIU/TptYBSGu8mI/AAAAAAAAAak/ghJ6ucNf3pA/s400/DSC_0103.JPG)
Ve son sahne.
![](http://2.bp.blogspot.com/-YihK4UVHPxo/TptYij3iz2I/AAAAAAAAAaw/GBbSNw_x4UM/s400/DSC_0104.JPG)
Tüm fotoğraflar ve paylaşılan tek video tarafımdan çekildi. İstediğiniz gibi kopyalayıp yapıştırın, paylaşın. Sıkıntı yok.
Bursaspor'lu taraftarlar çoktan yerlerini almışlardı. Onlar hakkında bu maçta taktir edilecek şey, Galatasaray taraftarlarının, 3. defa Dünya Şampiyonluğuna erişen Galatasaray tekerlekli basketbol takımını alkışlamasına destek olmalarıydı. ''Helal olsun size helal olsun'' şeklinde de kısa süreli bir tezahuratta bulundular. Hakikaten çok güzeldi.
Galatasaray'da ısınmaya ilk Muslera çıktı, tabii ki yanında Taffarel..
Sonra Bursaspor takımı muhteşem bir ıslık eşliğinde sahaya çıktı.
Bu arada Ultraslan yavaş yavaş kendi tribününü dolduruyordu.
Ve Galatasaray takımı ısınmak için sahaya çıkıyordu.
İstiklal Marşı için ayaktayız.
Taraftar maça hazır.
Ve maç başlar..
Galatasaray dün tahmin ettiğim kadroya yakındı. Sadece Fatih Terim'in Sabri yerine sağda Eboue ile başlayacağını düşünüyordum. Fakat Sabri sağ bekte ilk 11 başladı. Galatasaray Eskişehir ve Ankaragücü maçlarından çok da farklı değildi aslında. Selçuk, Engin ve Melo ortada birbirleriyle çok uyumlu çalışıyorlar. Bu, günden güne daha da iyiye gidiyor.
-GOLLER-
Maçtaki goller güzel. İlk atılan golde Engin Baytar'ın büyük etkisi var. Selçuk İnan ve Engin Baytar gibi oyuncular rakip ceza sahası önünde topu oynamayı iyi beceriyorlar. Bu yüzden Engin'in topu Elmander'e taşıması şans eseri değil, zaten bu oyuncudan beklenen bir özellik. Bursaspor'un attığı golde Serdar Aziz ön direğe çok güzel bir koşu yaptı ve güzel bir gol attı. Zaten Galatasaray bu maçta yese yese duran toptan gol yerdi. Başka türlüsü zor gözüküyordu. Galatasaray'ın 2. attığı golde Sercan'ın Elmander'e güzel topuk pası, Baros'un köşeyi görüşü çok güzeldi.
-----
Ujfalusi ve Gökhan Zan birbirlerine alışmışlar. Geçen sene bu takımda Gökhan Zan'ın ilk 11'de olup, Servet'i keseceğini Galatasaray taraftarına söyleseydiniz, muhtemelen kombine satışlarında bile bir düşüş olurdu. Fakat Gökhan gerçekten özverili ve tam konsantrasyon ile Ujfalusi ile iyi bir partner oldu. Bir ''canlı bomba'' durumunun olduğu gerçek fakat bunu da maç başında daha az sayılara çekmeyi başardı. Bu maçta da aslında rakibe bir top hediye etti fakat tehlike olmadan engellendi. Yenilen golde de stoperlerin hatası yok. Serdar Aziz'in kornerden attığı golde, Serdar'ı tutan oyuncu Elmander ve oyuncunun ön direğe koşuşuna karşılık veremiyor. Buna rağmen Ujfalusi Serdar'ı kapatmaya çalışıyor fakat gol oluyor. Diğer defans oyuncuları Sabri ve Hakan Balta da bugün iyi oynadı fakat Hakan'ın ofansif olarak çok durağan oynadığını da belirtmeliyim.
Riera, milli takımlar arasında fizik olarak ileriye gideceğine geriye gitmiş. Ayakta zor duruyordu. Sercan oyuna girerken aslında Fatih Terim'in planı Riera'yı çıkartmaktı fakat Engin Baytar'ın sakatlığı Riera'nın sahada kalmasını sağladı. Kazım sakatlanana kadar özverili ve istekliydi. Fizik olarak da kuvvetli duruyordu. Eboue girdikten sonra açık oyuncusunun yapmaması gereken her şeyi yaptı ve sağ taraf ağırlaştı. Eboue'yi bu durumda suçlamak doğru olmaz. Kendisinin savunma tipli bir oyuncu olduğunu unutmamamız gerekir eleştirirken.
Elmander tek kelime ile muhteşemdi bence. Çıplak gözle izlenildiği zaman sahada ne kadar çok koştuğunu daha da iyi görüyorsunuz. İşin garibi hem bu kadar koşup, hem de girdiği ikili mücadelelerde ayakta kalabiliyor. Bana göre Galatasaray'ın Melo ile beraber en iyi yabancı transferleri arasına girdi bile. Muslera'nın attığı 60-70 metrelik topları kontrol etmesi ve topa olan hakimiyeti üst düzey bir forvet oyuncusu olduğunun göstergesi.
Muslera bazen gereksiz çıkışlar yapan bir kaleci. Bana sanki kendine çok güvenmesinden kaynaklanan bazı problemler gibi geliyor. Geride güven verdiği bir gerçek fakat çıkışlarda bazen tribünleri korkutuyor. Fakat hiçbir zaman kendisinde ''çıksam mı çıkmasam mı?'' tereddütü olmuyor. Koşmaya başladığında duraklama yaşamaması güzel. Aynı zamanda ayağına çok hakim. En azından Gökhan Zan'dan daha iyi uzun top attığına yemin edebilirim.
Baros'un son dakikalarda oyuna girerek golünü atması Galatasaray için çok önemliydi. Bench'deki oyuncuların oyuna girip katkı sağlaması her takımın ihtiyacı olan bir durumdur. ''Takım'' olma konusunda büyük bir göstergedir. Fatih Terim takımdaki rekabet duygusunu bu denli iyi kurmasaydı, Bench'den gelenler oyuna bu kadar efektif katkı sağlayamazdı. Eğer bir takımın yedek kulübesinde, Baros, Servet ve Eboue gibi isimler varsa, o takım bir seviyeye gelmiştir.
Galatasaray'ın rakiplerine az pozisyon vermesinin bana göre 2 büyük nedeni var. Birincisi; topa hep hakim olmaya çalışan ve bunu genellikle yapabilen bir takım. İkincisi; Melo'nun 3. stoper gibi oynayıp savunmaya destek vermesi. Bunu maçta bir fotoğraf ile yakalayabildim. Resime tıklanırsa daha net bir şekilde görünecektir.
![](http://4.bp.blogspot.com/-OJH8KJ2tlD0/TptOuAnu1vI/AAAAAAAAAZ0/8M1xxWvefzI/s400/melo%2Bdefans.jpg)
Galatasaray'ın dönem dönem oyun kurmada sıkıntı yaşadığını gözlemlemek güç değil. Aşağıdaki fotoğrafta görüleceği gibi, Melo, Selçuk ve Engin topu almak için çok uzaktalar. Genellikle Melo bu durumu iyi yapıyor fakat her zaman Selçuk ve Engin'in Melo'nun top almasını beklemesine gerek yok. Selçuk ve Engin, servis yapmak için her zaman topu Melo'dan almak zorunda değiller yani. Bu durumlarda Selçuk ya da Engin'den birinin Melo'ya daha yakın oynayarak top çıkarmada ona yardımcı olmaları gerekir. Bunu yaptıkları dönemde Galatasaray çok daha rahat çıkıyor hücuma. Fakat Melo'yu o bölgede yalnız bırakınca her zaman işe yaramıyor. Demek istediğim top Galatasaray'dayken, Selçuk ve Engin'in yan yana ileride top beklemesi doğru değil. Bunun daha aza inmesi gerekiyor. Bunun daha aza inmesi demek, Galatasaray'ın daha hızlı oyun kurması demek. Daha hızlı oyun kurmak demek, rakip savunmayı daha kolay hataya zorlamak demek.
![](http://3.bp.blogspot.com/-8aqq4hSIAt8/TptTAt2XlaI/AAAAAAAAAaA/xH9570XJUEw/s400/selcuk%2Bbaytar.jpg)
Aynı durumdan bir kare daha. Galatasaray oyun kurmaya çalışıyor fakat Selçuk ve Engin'in ikisi de fazla ileride. Bu oyunculardan birinin Melo'ya daha yakın oynayıp topu çıkarmada yardımcı olmaları gerekiyor.
![](http://3.bp.blogspot.com/-KpcjNTKKpa0/TptTh6OuilI/AAAAAAAAAaM/mBQQBMF6Z0o/s400/yine.jpg)
Eboue'nin açıkta oynamasının doğru olmadığını maçta çok daha iyi gözlemledim. Bence Sabri ve Eboue ikilisi oynayacaksa, Eboue'nin geride Sabri'nin ileride oynaması gerekir. Maçın bazı periyotlarında Sol açık oynayan Riera ile sağ açıkta Kazım'ın sakatlanması yerine oyuna giren Eboue yer değiştirdiler. Bu pozisyona alışık olmayan Eboue'nin, pozisyonun gereksinimlerini yerine getirecek bilgisinin olmadığı da çok açık. Aşağıdaki fotoğrafta göreceksiniz, topsuz alanda çizgide bu kadar anlamsız şekilde durmasının takıma için hiçbir faydası yok. Oyuna dahil olmak için böyle bir pozisyonda daha içeride oynaması gerekir.
![](http://4.bp.blogspot.com/-FOz-HpPr_7E/TptVf9KLXCI/AAAAAAAAAaY/2GRsibRWmlI/s400/eb.jpg)
90 dakika sonu.
Ve son sahne.
Tüm fotoğraflar ve paylaşılan tek video tarafımdan çekildi. İstediğiniz gibi kopyalayıp yapıştırın, paylaşın. Sıkıntı yok.
15 Ekim 2011 Cumartesi
Galatasaray - Bursaspor | Geçen seneye kıyasla Galatasaray
Galatasaray geçen sene Bursaspor ile oynadığı iki maçı da kaybetti. Bunun Galatasaray açısından yarınki maça pozitif ve negatif yansımaları da olacaktır. Hangisinin daha ağır bastığını anca yarın maç başlayınca söyleyebiliriz. Fakat şunu söylemekte de fayda var. Fatih Terim'in takımları bu gibi durumlarda genellikle güçlü kalan taraf olmuştur. Bunun ezikliğini yarın sahada hissedecek bir Galatasaray takımı yerine, daha istekli ve rakibinin son dönemde kendisine kurduğu üstünlüğü bozmak isteyen bir Galatasaray takımı beklediğimi de söylemeliyim. Geçen sene, Sami yen'de, Lig'in henüz 2. haftasında, Galatasaray'ın 2-0 mağlup olduğu maça bir bakalım. Galatasaray hangi kadroyla sahadaymış..
![](http://1.bp.blogspot.com/-ziFpPqQHMjc/TpnG5ttXzfI/AAAAAAAAAXk/MHP2dzVtps0/s400/22agustos2010gskadro.jpg)
Bırakın Türk futbolunda çıkışta olan Bursaspor'u, Galatasaray bu kadro ile Bank Asya takımları ile bile oynasa baskı kuramazmış zaten. Kewell yetenekli bir futbolcuydu fakat fiziksel açıdan her hangi bir rakibiyle savaşacak durumda değildi. Kewell'ın arkasındaki Hakan Balta, çıktığında dönemeyen, döndüğünde çıkamayan bir bek. Kewell'la hiç olmazmış. Hakan her ne kadar son dönemde biraz daha toparlamış olsa da oyun stili 60-70 metrede oynayabilecek bir yapıya izin vermiyor. Sol taraf Galatasaray'ın çürük elma gibiymiş yani. Bu bölgenin açıklarını orta sahada kapatması beklenen isim ise Ayhan. Hangi denklemi kurarsan kur çözümü yok oranın. Sağ taraf Ali Turan ve Arda. Ali Turan'ın Galatasaray'ın futbolcusu olmadığını söyleyenler oldu evet ama bence Türkiye süper ligi'nde de oynayabilecek bir oyuncu değil. Zaten fiziksel yapısı bir bek olmasına büyük engel. Ağır bir kere. Arda ile sağ kanatta bir tempo yaratmaları mümkün değil. Barış tempo yapmak isteyen ama Arda'nın oyun zekasına eşlik edebilecek seviyede değil. Naparsan yap sağ taraftan da iş çıkmaz. Ayhan ile Barış'ın kanatlara destek vermesini geçin, asıl görevleri olan orta alanda Bursaspor ataklarını engelleyecek durumda değiller. Hatırlayın fizik olarak bu oyuncuların ne durumda olduğunu. Yerlerde sürünen Ayhan mı yoksa rakibin yanında koşan Barış mı Bursaspor ataklarını durdurabilecekmiş bu maçta? Bu 2 isime destek vermesi beklenen oyuncu ise Mustafa Sarp. Orta alanı Barış, Ayhan ve Sarp'a teslim ediyorsan, bu maçı kazanacağını düşünmemelisin bile. Garibim Servet ve Neill de, savunmayı sürekli ileride kurmasını isteyen hocalarına karşı bu ve bunun gibi maçlarda resmen eziyet çekmişler. Baros da koskoca maç boyunca kendisine top gelir mi gelmez mi diye rakip savunmanın arkasına koşsun da dursun. Bu kadroyla çıkan Galatasaray, seyircisi önünde 2-0 yeniliyor. Yine buna rağmen yeni başlamış sezonun vermiş olduğu şevk ile aslında Galatasaray pozisyonlara girdi fakat şansızdı. Kimse ''niye yenildi'' diye soramadı, çünkü kadro belliydi.
Geçen sene 19. haftada, Bursa'da oynanan maç ise yine 2-0 Bursaspor'un lehine sonuçlanıyordu. Bu seferki kadro daha da enteresan. Unutmayalım ki Rijkaard gitmiş, bu maçta takımın başındaki isim Hagi. Kadroya bakalım:
Kadroya baktığınızda gol yememek için sahaya dizilmiş olduğunu hemen farkedeceksiniz. Böyle maçlar vardır. Defansif olarak sahaya çıkarsınız, yakaladığınız 1-2 pozisyonu da gole çevirip ya maçı kazanır, ya da gol atamasanız da, yemeyerek berabere bitirmeye çalışırsınız. Hagi'nin sakız çiğneyen(!) Misimovic'i kadro dışı bırakarak takımdan göndermesini hatırlayın. Bu maçlarda kapanıp 2 topla oyunu açacak oyuncu Misimovic'di, Emre Çolak değil. Merak etmemek elde değil. Hagi bu takımı sahaya sürerken gol atmayı kafasında hangi pozisyonlarla ve hangi oyuncularla planlıyordu? Emre Çolak yetenekli bir oyuncu fakat bir önceki sezon şampiyon olmuş, coşkulu bir taraftar topluluğu arkasında olan, galibiyete alışmış bir Bursaspor'a karşı ne kadar etkili olabilirki? Kazım hiçbir şekilde santrafor ya da forvet oyuncusu özelliklerine sahip değilken ondan ileride tek başına gol beklemek ne kadar da mantıklı? Orta sahada koskoca Galatasaray'ın Yekta ve Ayhan'ın ayağına bakması doğru mu? Ayhan artık futbolu bırakmak üzere, o yüzden çok konuşmaya, yazmaya gerek yok. Yekta'nın çok yetenekli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum fakat Galatasaray'ın tek başına orta sahasını sırtlamasını bekleyemeyiz. Bulunduğumuz dönemde, Fatih Terim'in yarattığı oyuncular arası rekabet duygusunda Yekta, rotasyon için önemli bir oyuncu, evet. Fakat gözü kapalı ilk 11'e yazılabilecek bir oyuncu değil, en azından henüz değil. Demek istediğim bu kadro ile Bursaspor deplasmanına çıkmak, galibiyeti beklemek değilmiş zaten. Galatasaray'ın sahadan 2-0 yenik ayrılması kadar doğal bir şey yokmuş.
Dikkat ederseniz bu iki maçın kenarlarına dokunurken Bursaspor'un kadrosuna değinmeye bile gerek duymadım. Önceki sezon şampiyon olmuş ve birbiri ile oynamaya alışmış bir oyuncu topluluğu karşısında, Galatasaray'ın bu denli zayıf 11'lerini değerlendirmek, Bursaspor'un kadrolarına bakmaya gerek duyurmadı beni. Özgüveni yüksek Bursaspor'un, benliğini bulmaya çalışan bir Galatasaray'a karşı başarılı olması çok normaldi.
Gelelim yarın oynanacak maça. Galatasaray'ın geçen sezon Bursa maçlarına çıktığı ilk 11'leri gördük. Şimdi yarınki olası Galatasaray kadrosuna bakalım:
![](http://3.bp.blogspot.com/-kMQ9i0ZIurk/TpnUBeJGFRI/AAAAAAAAAX8/a4eDftvptSE/s400/olas%25C4%25B1%2Bbursa.jpg)
Hoca son haftalardaki kadroyu bozmazsa (ki bozmayacağını sanıyorum), yarın Galatasaray bu 11 ile sahaya çıkacaktır. Önceki kadrolara göre açıkca Galatasaray'ın kademe atladığını söyleyebiliriz. Evet fizik olarak kadro farklılıkları çok göze çarpıyor fakat Galatasaray'ın geçen seneki 11'lerine göre bu seneki en büyük artısı özgüvenini geri kazanıyor olması. Orta sahada 3 gol atmış ve %100'e yakın oynayan bir Melo, Türk milli takımının beyni olma yolunda hızla ilerleyen bir Selçuk, basının ve taraftarların kendisinden umudu olmamasına rağmen hızla toparlanan ve oyunun her iki yönünü oynamasını beceren Baytar, Fatih Terim'in her fırsatta övdüğü ve geçen hafta muhteşem bir gol atan Kazım, kariyeri hiçe sayılmayacak bir Riera.. Bu orta sahanın özgüven problemi olamaz. Hakan Balta'nın Riera ile artık bu maçta daha da iyi anlaşmasını bekliyorum. 6. haftaya girerken birbirlerini daha iyi tanımış olmalılar. Sabri ile Kazım'ı izleyebildik. Fakat eğer yarın Eboue oynarsa bakalım Kazım ile nasıl bir performans sergileyecekler. Sağ tarafta yarın Eboue ve Kazım'ı görmemiz muhtemel. Fizik olarak Kazım ve Eboue, rakip oyuncular için zorlayıcı bir ikili fakat beraber tempolarını bulmaları önemli. İsveç Milli takımı ile Euro 2012 elemelerinde en iyi 2. olarak finallere direk katılma şansı yakalayan moralli Elmander'i ise yarın Fatih Terim'in sahaya süreceğini düşünüyorum. Muslera da milli takımıyla bu hafta maça çıktı, sıcak durumda. Onu kesmeyeceğini düşünüyorum.
Galatasaray'ın bu sene içeride daha iyi oynadığını söylemek doğru olur. Fakat milli takım arasından sonra kaldıkları yerden devam edebilecekler mi bu büyük soru işareti. Ertuğrul Sağlam bu durumlardan istifade etmeyi bilen bir hoca. Fakat Fatih Terim'in de milli takımdan dönen oyuncularını kaldıkları yerden devam ettirebilecek motivasyon gücünün olduğunu söyleyebiliriz. En nihayetinde güzel bir maç bizi bekliyor yarın.
Galatasaray bu maça çıkmadan önce ligde oynadığı 5 maç sonunda 3 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 de mağlubiyet aldı. Bu hafta 6. maçlarını tamamlayan Trabzon ve Ordu'nun galip gelmesiyle, 10 puan ile 4. sırada. Bursaspor ise oynadığı 5 karşılaşmada 3 galibiyet ve 2 yenilgi almış. Galatasaray 10 puanda, Bursa ise 9. Kazanan takım kaybedeni puan tablosunda altına alacak.
![](http://1.bp.blogspot.com/-ziFpPqQHMjc/TpnG5ttXzfI/AAAAAAAAAXk/MHP2dzVtps0/s400/22agustos2010gskadro.jpg)
Bırakın Türk futbolunda çıkışta olan Bursaspor'u, Galatasaray bu kadro ile Bank Asya takımları ile bile oynasa baskı kuramazmış zaten. Kewell yetenekli bir futbolcuydu fakat fiziksel açıdan her hangi bir rakibiyle savaşacak durumda değildi. Kewell'ın arkasındaki Hakan Balta, çıktığında dönemeyen, döndüğünde çıkamayan bir bek. Kewell'la hiç olmazmış. Hakan her ne kadar son dönemde biraz daha toparlamış olsa da oyun stili 60-70 metrede oynayabilecek bir yapıya izin vermiyor. Sol taraf Galatasaray'ın çürük elma gibiymiş yani. Bu bölgenin açıklarını orta sahada kapatması beklenen isim ise Ayhan. Hangi denklemi kurarsan kur çözümü yok oranın. Sağ taraf Ali Turan ve Arda. Ali Turan'ın Galatasaray'ın futbolcusu olmadığını söyleyenler oldu evet ama bence Türkiye süper ligi'nde de oynayabilecek bir oyuncu değil. Zaten fiziksel yapısı bir bek olmasına büyük engel. Ağır bir kere. Arda ile sağ kanatta bir tempo yaratmaları mümkün değil. Barış tempo yapmak isteyen ama Arda'nın oyun zekasına eşlik edebilecek seviyede değil. Naparsan yap sağ taraftan da iş çıkmaz. Ayhan ile Barış'ın kanatlara destek vermesini geçin, asıl görevleri olan orta alanda Bursaspor ataklarını engelleyecek durumda değiller. Hatırlayın fizik olarak bu oyuncuların ne durumda olduğunu. Yerlerde sürünen Ayhan mı yoksa rakibin yanında koşan Barış mı Bursaspor ataklarını durdurabilecekmiş bu maçta? Bu 2 isime destek vermesi beklenen oyuncu ise Mustafa Sarp. Orta alanı Barış, Ayhan ve Sarp'a teslim ediyorsan, bu maçı kazanacağını düşünmemelisin bile. Garibim Servet ve Neill de, savunmayı sürekli ileride kurmasını isteyen hocalarına karşı bu ve bunun gibi maçlarda resmen eziyet çekmişler. Baros da koskoca maç boyunca kendisine top gelir mi gelmez mi diye rakip savunmanın arkasına koşsun da dursun. Bu kadroyla çıkan Galatasaray, seyircisi önünde 2-0 yeniliyor. Yine buna rağmen yeni başlamış sezonun vermiş olduğu şevk ile aslında Galatasaray pozisyonlara girdi fakat şansızdı. Kimse ''niye yenildi'' diye soramadı, çünkü kadro belliydi.
Geçen sene 19. haftada, Bursa'da oynanan maç ise yine 2-0 Bursaspor'un lehine sonuçlanıyordu. Bu seferki kadro daha da enteresan. Unutmayalım ki Rijkaard gitmiş, bu maçta takımın başındaki isim Hagi. Kadroya bakalım:
![](http://3.bp.blogspot.com/-_fjbTN7wfBQ/TpnO9wI8ggI/AAAAAAAAAXw/YITJbDK06oE/s400/brsa%2Bgs.png)
Kadroya baktığınızda gol yememek için sahaya dizilmiş olduğunu hemen farkedeceksiniz. Böyle maçlar vardır. Defansif olarak sahaya çıkarsınız, yakaladığınız 1-2 pozisyonu da gole çevirip ya maçı kazanır, ya da gol atamasanız da, yemeyerek berabere bitirmeye çalışırsınız. Hagi'nin sakız çiğneyen(!) Misimovic'i kadro dışı bırakarak takımdan göndermesini hatırlayın. Bu maçlarda kapanıp 2 topla oyunu açacak oyuncu Misimovic'di, Emre Çolak değil. Merak etmemek elde değil. Hagi bu takımı sahaya sürerken gol atmayı kafasında hangi pozisyonlarla ve hangi oyuncularla planlıyordu? Emre Çolak yetenekli bir oyuncu fakat bir önceki sezon şampiyon olmuş, coşkulu bir taraftar topluluğu arkasında olan, galibiyete alışmış bir Bursaspor'a karşı ne kadar etkili olabilirki? Kazım hiçbir şekilde santrafor ya da forvet oyuncusu özelliklerine sahip değilken ondan ileride tek başına gol beklemek ne kadar da mantıklı? Orta sahada koskoca Galatasaray'ın Yekta ve Ayhan'ın ayağına bakması doğru mu? Ayhan artık futbolu bırakmak üzere, o yüzden çok konuşmaya, yazmaya gerek yok. Yekta'nın çok yetenekli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum fakat Galatasaray'ın tek başına orta sahasını sırtlamasını bekleyemeyiz. Bulunduğumuz dönemde, Fatih Terim'in yarattığı oyuncular arası rekabet duygusunda Yekta, rotasyon için önemli bir oyuncu, evet. Fakat gözü kapalı ilk 11'e yazılabilecek bir oyuncu değil, en azından henüz değil. Demek istediğim bu kadro ile Bursaspor deplasmanına çıkmak, galibiyeti beklemek değilmiş zaten. Galatasaray'ın sahadan 2-0 yenik ayrılması kadar doğal bir şey yokmuş.
Dikkat ederseniz bu iki maçın kenarlarına dokunurken Bursaspor'un kadrosuna değinmeye bile gerek duymadım. Önceki sezon şampiyon olmuş ve birbiri ile oynamaya alışmış bir oyuncu topluluğu karşısında, Galatasaray'ın bu denli zayıf 11'lerini değerlendirmek, Bursaspor'un kadrolarına bakmaya gerek duyurmadı beni. Özgüveni yüksek Bursaspor'un, benliğini bulmaya çalışan bir Galatasaray'a karşı başarılı olması çok normaldi.
Gelelim yarın oynanacak maça. Galatasaray'ın geçen sezon Bursa maçlarına çıktığı ilk 11'leri gördük. Şimdi yarınki olası Galatasaray kadrosuna bakalım:
![](http://3.bp.blogspot.com/-kMQ9i0ZIurk/TpnUBeJGFRI/AAAAAAAAAX8/a4eDftvptSE/s400/olas%25C4%25B1%2Bbursa.jpg)
Hoca son haftalardaki kadroyu bozmazsa (ki bozmayacağını sanıyorum), yarın Galatasaray bu 11 ile sahaya çıkacaktır. Önceki kadrolara göre açıkca Galatasaray'ın kademe atladığını söyleyebiliriz. Evet fizik olarak kadro farklılıkları çok göze çarpıyor fakat Galatasaray'ın geçen seneki 11'lerine göre bu seneki en büyük artısı özgüvenini geri kazanıyor olması. Orta sahada 3 gol atmış ve %100'e yakın oynayan bir Melo, Türk milli takımının beyni olma yolunda hızla ilerleyen bir Selçuk, basının ve taraftarların kendisinden umudu olmamasına rağmen hızla toparlanan ve oyunun her iki yönünü oynamasını beceren Baytar, Fatih Terim'in her fırsatta övdüğü ve geçen hafta muhteşem bir gol atan Kazım, kariyeri hiçe sayılmayacak bir Riera.. Bu orta sahanın özgüven problemi olamaz. Hakan Balta'nın Riera ile artık bu maçta daha da iyi anlaşmasını bekliyorum. 6. haftaya girerken birbirlerini daha iyi tanımış olmalılar. Sabri ile Kazım'ı izleyebildik. Fakat eğer yarın Eboue oynarsa bakalım Kazım ile nasıl bir performans sergileyecekler. Sağ tarafta yarın Eboue ve Kazım'ı görmemiz muhtemel. Fizik olarak Kazım ve Eboue, rakip oyuncular için zorlayıcı bir ikili fakat beraber tempolarını bulmaları önemli. İsveç Milli takımı ile Euro 2012 elemelerinde en iyi 2. olarak finallere direk katılma şansı yakalayan moralli Elmander'i ise yarın Fatih Terim'in sahaya süreceğini düşünüyorum. Muslera da milli takımıyla bu hafta maça çıktı, sıcak durumda. Onu kesmeyeceğini düşünüyorum.
Galatasaray'ın bu sene içeride daha iyi oynadığını söylemek doğru olur. Fakat milli takım arasından sonra kaldıkları yerden devam edebilecekler mi bu büyük soru işareti. Ertuğrul Sağlam bu durumlardan istifade etmeyi bilen bir hoca. Fakat Fatih Terim'in de milli takımdan dönen oyuncularını kaldıkları yerden devam ettirebilecek motivasyon gücünün olduğunu söyleyebiliriz. En nihayetinde güzel bir maç bizi bekliyor yarın.
Galatasaray bu maça çıkmadan önce ligde oynadığı 5 maç sonunda 3 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 de mağlubiyet aldı. Bu hafta 6. maçlarını tamamlayan Trabzon ve Ordu'nun galip gelmesiyle, 10 puan ile 4. sırada. Bursaspor ise oynadığı 5 karşılaşmada 3 galibiyet ve 2 yenilgi almış. Galatasaray 10 puanda, Bursa ise 9. Kazanan takım kaybedeni puan tablosunda altına alacak.
13 Ekim 2011 Perşembe
Rakibimiz Hırvatistan'a hızlı bakış
![](http://3.bp.blogspot.com/-c6QTUk_j7Ww/TpbNrCaOs7I/AAAAAAAAAWE/kQXq_UM-iV8/s400/PLAYOFF.jpg)
(G: Galibiyet | B: Beraberlik | M: Mağlubiyet | A: Atılan | Y: Yenilen | P: Puan)
Grup elemelerinde 10 maç sonrası 2 takımın durumunu yukarıdaki tabloda daha net görebiliriz. Tabloya baktığımızda Hırvatistan'ın 2 mağlubiyeti olduğunu görüyoruz. 2 mağlubiyet de deplasmanda alınmış. Bir tanesi grubu 1. bitiren Yunanistan'a, diğer yenilgi ise Gürcistan'a karşı. Aldıkları tek beraberlik ise Hırvatistan'da Yunanistan'a karşı. Bunun yanında 10 maçta 7 galibiyet almışlar.
Bizden 5 gol fazla atmışlar. Biz 13 onlar 18. Biz 11 gol yemişiz onlar ise 7. Burda da bizden 4 gol az yediklerini görüyoruz. Fakat Almanya gibi bol gol atan güçlü bir rakibin de Hırvatistan'ın grubunda olmadığını söylemekde fayda var. Grubu lider bitiren Yunanistan 14 gol atarken, bizim grubumuzun lideri Almanya toplam 34 gol atmış. Hırvatistan'ın, grup lideri Yunanistan'dan da daha fazla gol atmış olduğunu söyleyelim.
Döşe arkaya Gladiator müziği; Ver coşkuyu!
![](http://1.bp.blogspot.com/-wrbXDQMaZBI/TpYZk08Jx_I/AAAAAAAAAV4/xyPR0bklRAw/s400/gladiator-02.jpg)
Milli takımımızın eksikleri konuşulurken, bazıları duygusal yapımızın futbolumuza olumlu, bazıları ise olumsuz yansıdığını düşünüyor. Ben gibiler ise bu durumu kontrollü yaptıkça problem olmadığını düşünüyoruz.
Bugün önemli bir kura çekimimiz var. Saatler sonra rakibimiz belli olacak. Ben ise Milli maçlarımızı yayınlayan kanalı izlemekteyim. Milli maçları yayınlayan kanalın Play-Off'dan reklam çıkarması kadar doğal bir şey tabi ki yok. Bunla ilgili yapılan videoların sabahtan akşama kadar dönmesi de normal. Zaten bunun kanalla da alakası yok. Vurgu yapmak istediğim yer şudur.
Avrupa Şampiyonası'na katılmak için gruplardan son maça kalarak, dramatik bir şekilde 2. olup, play-off'lara kaldık.
Bu durumumuzu özetleyen televizyon için hazırlanmış videoları izlerken olayın bir savaş dizisi imajına anlam veremiyorum. Aslında itiraf edeyim, galiba veriyorum. Arkada Russell Crowe'un baş rolünde oynadığı Gladiator filminin müziklerini anımsatan bir müzik, ağır ve ''vurucu'' geçişleri olan görüntüler, gol sonrası gülmeyen, onun yerine haykıran futbolcularımızın küçük diline kadar gördüğümüz ''inançlı'' sahneleri izleyince saçma sapan bir gurur, inanç olayına giriyorum. Bizim durumumuz bu mu? Acaba Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti ya da ne bileyim Play-off oynayacaklardan, İrlanda Cumhuriyeti'nin televizyonlarındaki klipler de Gladiator temalı mı? Ya da Gladiator temalıysa, o ülkenin vatandaşları bunları izledikten sonra benim gibi, senin gibi, Türk milleti gibi klip sonunda inançla mı doluyor?
Bence olaya dramatik yaklaşmak gibi bir hastalığımız var. Olayları hep en uçlarda yaşamamız da bununla alakalı. Bu görüntüleri izleyip, heyecanla dolup, tabiri caizse ''gaza gelen'' bizler, gereğinden fazla mı inanıyoruz takımımıza? Olayın en nihayetinde bir oyun olduğunu hatırlayamayacak kadar mı duygusalız?
11 Ekim 2011 Salı
2010/2011 Trabzonspor 1 - Azerbaycan 0
![](http://1.bp.blogspot.com/-_jSeQ9b7J2o/TpTAwDM-kYI/AAAAAAAAAVs/I8dYBNGk-D4/s400/e004ac26934e4e9fa2c259f818ac972c.jpg)
Sadece futbolda değil ve hatta sadece sporda değil hayatın her alanında istikrar ve beraber hareket etmek önemlidir. Dün akşam oynadığımız Azerbaycan maçı şu 10 maçlık Avrupa Şampiyonası grup elemelerinde oynadığımız maçların özeti gibiydi. Bu istikrarı biraz daha açalım:
İki durumda istikrarı değerlendirebiliriz. 1) bireysel anlamda futbolcu istikrarları. 2) Milli Takımın ilk 11 istikrarı.
1) Yaşanılan şike soruşturması sebebiyle ilgili ya da ilgisiz her Türk futbolcusunun bu durumdan etkilendiği bir gerçek. Fakat performans istikrarlarının tamamen bunun ile alakalı olduğunu söyleyemeyiz. Zira bu soruşturmadan önce de futbolcuların istikrarlı olduğunu söylemek zordu. Milli takımın kadrosuna çağrılan 5 oyuncu sayamayız ki bir sonraki çıkacağı maçta bir önceki ile aynı performansı sergileyebilecek. Kötü ya da iyi. Hocalar için en "sakat" oyuncular bu tarz oyunculardır ve bizde bunlardan pek mevcut. Potansiyele sahip olmalarına rağmen çıkacakları her maç için ortalama bir performans beklentisinde olamayız. Hoca da bunların "yapabilir" kumarına girip girmemekle ikilem yaşar. Bir kere oyuncuların performansları belli bir seviyenin altına inmemeli artık. En azından bunu Play-off maçlarına kadar daha "kestirilebilinir" yapmalıyız. Hiddink sahaya çıkardığı oyuncuların aşağı yukarı neler verebileceğini kestirebilmeli ki kafasındaki oyun şablonunu sahaya yansıttırabilsin. Burak'ı ve Selçuk'u bu genellemenin dışında tutmalıyız. Burak sahaya çıktığında neler yapabilir ya da neler yapabilecek kestiriyoruz. Savunmanın arkasına koşular yapabileceğinden eminiz. Çünkü bir oyun tarzına sahip ve oynadığı kulübünde de bu misyonda. Selçuk çabuk ve dikine oynamayı seven ve gerek Galatasaray'da gerek Milli Takım'da 10 üzerinden hiçbir zaman 6'nın altına düşmeyen bir futbolcu. Fakat bu istikrarı tutturmuş oyuncu sayısı gerçekten Milli Takımımızda az.
2) UEFA "toplanın yarın maçınız var" dediğinde Milli takıma kimlerin cağrılacağını az çok kestirebiliriz fakat ilk 11 konusunda hep değişkeniz. Orta sahada kimlerin oynayacağını düşündüğümüzde sadece son oynadığımız iki maça bakmamız yeterli. Belirsizlik söz konusu. Stoperlerimiz hiç net olmadı. Birbirini tanımaları ve bir tempo yakalamaları için artık daha şekil almış ilk 11'e ihtiyacımız var. Selçuk ve Burak'ın birbirlerini iyi tanıması ve istikrarlı performansları aslında Azerbaycan savunmasını açmamızı sağladı. 10 maçlık grup serüveninde istikrardan yoksun ilk 11 ve oyuncu peformanslarına inat, belirli bir istikrarı yakalamış ve birbirlerini tanıyan 2 futbolcu Selçuk ve Burak bize Avrupa Şampiyonası kapısını araladılar. Bunun bir ders niteliğinde olması tüm dileğimiz.
İstikrar ile Milli Takımımız aynı cümleye bile yakışmaz durumdalarken bunu tam tersine çevirecek kişiler yine Milli oyuncularımız ve teknik heyettir. Tüm oyuncularımızın bizi Play-Off'a taşımalarında büyük emekleri vardır. Eleştiri yaparken bunun da farkındayız. Hepsinin ayağına saglık, inşallah 2012 yazında da sahada kendilerini görürüz.
Ah Azerbaycan ah!
![](http://1.bp.blogspot.com/-6xwCGLoGry8/TpQUNKvGUVI/AAAAAAAAAVg/p8Xvp7F-qvc/s400/d066f90481084073b1e826f0083cec64.jpg)
Euro 2012 için grubumuz belli olduğunda hepimiz Almanya'nın ardından rahat play-off oynayabileceğimizi düşündük. Umarız bu akşam bu düşüncemiz gerçekleşir de oynarız. Fakat bu düşüncemiz gerçekleşse bile rahat olmadığı kesin. Almanya'nın bu grupta çok açık lider olacağı açık değil miydi?
Almanya'ya karşı oynanacak 2 maçın favorisinin de Almanya olduğunu açıkcası maçlar oynanmadan da biliyorduk. Zira 2 maçta 6 gol atarak, maalesef bunun sadece bir teori olmadığını pratikte bize gösterdiler. Demek istediğim, Almanya'ya karşı kaybedilecek 6 puan aslında normaldi. Bu 2 maç da bizim için bonus maçı değerindeydi. 6 puandan alınacak 1 puanın bile hesapta olmayan puanlardan olduğunu bilecektik.
Gruplardaki rakiplerimiz Belçika ve Avusturya'ydı. Özellikle Belçika'nın oyuncu kalitesi onları bize daha da rakip duruma getiriyordu. Belçika ile oynadığımız 2 maçın 1'ini kazanıp, diğerinde de berabere kalarak aslında istediğimizi çok rahat almıştık. En yakın rakibimize 2 maçta da yenilmeyerek 4 puan toplamıştık. Bu başarıdır, kimse kusura bakmasın. Diğer rakibimiz Avusturya ile de içerdeki maçımızı kazanıp, deplasmanda berabere kalınca yine istediğimizi almıştık ve burdan da aldığımız 4 puan aslında bizi şu an rahatlıkla play-off'lara götürmüştü.
Grubun son 2 takımı olacağı ilk günden beri belli olan Kazakistan ve Azarbaycan'ı ''çantada keklik'' görmemiz, bizim bu akşam stresli bir futbol gecesi geçirmemize neden olacak. Kazakistan'dan 6 puan almayı başardık fakat bu 6 puanı alırken nasıl stresli maçlar çıkardığımızı unutmamız lazım. Azerbaycan, maç öncesi çok sürpriz gözüken fakat 90 dakika başladığında bizden daha üstün olan taraf olduğu maçta, Milli Takımımızı yenerek bize en büyük çelmeyi taktı. Rakiplerimizle oynadığımız maçlarda istediğimizi almış olup, Azerbaycan'a puan kaybetmemiz Almanya'nın arkasında yerimizi garantiye almamızı engelledi.
Futbolda artık fizik kuvvet eşit olmasa da her takım belirli bir seviyenin üstünde. Siz takım olarak farkınızı gösterip, istediğiniz skoru almak istiyorsanız, öncelikle onlar kadar kuvvetli olup, en az onlar kadar koşmanız gerekiyor. Daha sonra ''fark'' olan teknik kapasite ve oyun bilgisi ortaya çıkıyor. Biz Azerbaycan ve Kazakistan maçlarında bunu çok yaşadık. ''Rakibimizi küçümsemiyoruz'' diyen Milli Takım futbolcusunu artık samimi bulmuyorum. Oynanılan 2 Kazakistan maçı ve yenildiğimiz o Azerbaycan maçlarında, rakiplerimizi çok ciddiye almadığımız beliydi. Bu akşam bir kaza olmamasını istiyorsak, önce en az onlar kadar savaşmayı bilip, sonra yeteneklerimizi sahaya yansıtmalıyız.
Milli Takımımızın en büyük sorununun konsantrasyon olduğu bir gerçek. Fakat ben bütün sorunu buna bağlayamıyorum. Milli takımımızın fizik olarak Azerbaycan ya da Kazakistan milli takımlarından farkı olduğunu düşünmüyorum. Fizik kuvvet; kondisyon, dayanıklılık, kuvvet, hız ve çabukluk gibi özelliklerden meydana gelir. Oyuncularımızı bu dediğim diğer milli takım oyuncuları ile yan yana koyduğum zaman farkımız olmadığını gözlemliyorum. Ve hatta maç içinde onların fizik durumunun bizim üstümüzde olduğunu gözlemlediğim çok pozisyon ve periyot ile karşılaşıyorum. Tabi ki farkımız Kazakistan ve Azerbaycan gibi takımlara karşı yeteneğimiz fakat bunun sahada ortaya çıkabilmesi için fizik olarak en az onların seviyesinde olmalıyız. Her 2 Almanya maçına da baktığımızda hem fizik olarak hem de yetenek olarak bizden iyi durumda olan Almanya Milli Takımının ''3 yese de 5 atar'' görüntüsü bu iki durumda da bizden daha üstün olduğunun göstergesidir; Fizik, Teknik.
Bir de bunların üstüne Mental problemler eklenince Milli Takımımız istenilen sonuçları elde edemiyor. Duygusal bir ülke olduğumuzdan, Milli Futbolcularımız maçı diğer Milli Takım oyuncularına göre çok daha stresli yaşıyorlar. Kaybedilen bir maçtan sonra nelerle karşılaşacaklarının farkında olduklarından, kendilerini mental olarak oyunda rahat hissedemiyorlar. Artık bunun Milli Takımımız için bir gerçek olduğunu bilmemiz gerekir. Yetenek olarak hiçbir sorunumuz olmasa da fiziksel ve mental sıkıntılarımız bir oyunu domine etmemizi engelleyen faktörler.
Bu akşam Belçika'nın Almanya'yı yenmesi mucize. Beraberliğin bile bize yettiği bir müsabakadan bahsediyorsak ve söz konusu takım Almanya Milli Takımı ise o maçın Almanya aleyhine sonuçlanması zor. Eğer Almanya maçında istediğimiz skor çıkarsa, biz Azerbaycan'ı yenemezsek, geçmiş olsun.
Edit: tabi ki ikili averaj olayında Milli Takımımızın üstün olduğunun farkındayız. Fakat Azerbaycan'ı 2 maçta da yenemeyen bir Milli Takımın Avrupa Şampiyonası için Play-off maçlarına çıkması güzel olmayacaktı. "geçmiş olsun" derken bunu söylemek istedik. Çok şükür ki geçmiş olmadı ve bugün Azerbaycan'ı yenerek play-off'lara kaldık.
5 Ekim 2011 Çarşamba
Wenger'deki Fatih Terim Geni
![](http://1.bp.blogspot.com/-GyVjV1WBZZA/Tow4-Iqep4I/AAAAAAAAAVI/wqO1x8DxUew/s400/Cesc-and-Wenger.jpg)
Arsenal transfer döneminde en kilit oyuncularını elinden çıkardı. Bir takımın göbeğinde oynayan iki oyuncuyu (evet Nasri ve Fabregas'dan bahsediyorum) elinizden aynı transfer döneminde çıkarırsanız o takımın lige topal başlamasını engelleyemezsiniz. Stoperlerinden birini satmış, iyi bir forvet oyuncusunu elinden çıkarmış bir takım, Arsenal kadar bocalayarak sezona başlamazdı mesela. Arsenal için Fabregas ve Nasri'nin isimlerinden çok oynadığı mevkiler önemliydi. Bu iki oyuncu takımın zaman zaman gol yükünü ve bir çok zaman da asist kısmını üstlenmelerine rağmen en büyük özellikleri oraya adapte olmaları ve oyunu çok iyi yönlendirmeleriydi. Arsenal'in oynadığı maçlara bakarsanız, takımı yönlendirecek bir oyuncunun olmadığını çok rahat görebileceksiniz. Takımın en büyük sıkıntısı topu yönlendirme adına olduğunu düşünüyorum. En büyük sürpriz, Wenger'in Fabregas'ı sattıktan sonra Nasri'yi de elinden çıkarması oldu. Fabregas'ı Arsenal'de tutmasının zor olduğu bir gerçekti fakat Nasri'yi rahatlıkla tutabilirdi. İşte burada Fatih Terim genleri devreye girdi.
Fatih Terim'in hocalığını tartışmak komik olur fakat karakterinin sahip olduğu davranışlar zaman zaman teknik direktörülük hayatını negatif etkiliyor. İnatçılık. Arsene Wenger'in ''Ben Nasri ve Fabregas'sız da genç oyuncularımla başarılı olurum'' tutumu Fatih Terim ile aynı davranış biçimi. Fabregas'ın gidişinden sonra City'nin de Nasri'yi ısrarla kadroya katmak istemesine, gururundan taviz vermeyerek ''Alırsanız alın benin genç oyuncularım var zaten!'' şeklinde, ''nanik'' temalı bir tutum sergilemesi, takımın şu anki kötü durumunda önemli rol oynuyor. Gurur + kendine fazla güven + destekçi olunca bu durum doğuyor. Tıpkı Fatih Terim'in sürekli 10 üzerinden 0.5 oynayan bir oyuncuyu ısrarla takımına alması gibi. ''benden iyi mi bileceksiniz'' güveni ve ''yaptıklarım ortada'' öz geçmişi bunların olmasındaki en büyük etken.
Sadece futbolda değil her konuda matematik aynıdır. 2+2=4. Arsene Wenger'in bu tutumu 2+2=5'in savunmasıdır. ''Ya gerçekten sonuç 5 çıkarsa'' kumarıdır. ''Ya gerçekten Fabregas'sız ve Nasri'siz takım iyi olursa'' ruleti.
4 Ekim 2011 Salı
Türk Futbolcusunun A Milli Takıma Bakışı
![](http://2.bp.blogspot.com/-Iyo73DTFTv4/Too67Yhc6UI/AAAAAAAAAVA/nk2Yjl_tRr0/s400/miili.jpg)
Türk futbolcuların, Avrupadaki futbolcularla milli takım olgusuna aynı yaklaştığını mı düşünüyorsunuz? Ben şahsen düşünmüyorum. Düşünmememin nedenlerine değinelim.
AVRUPA KAPISI
Türk pasaportlu olup da Türkiye liglerinde oynayan herhangi bir futbolcu için Avrupa'ya transfer olmasını sağlayacak iki kapı vardır. Bir tanesi kendi oynadığı kulübünde ligi üst sıralarda bitirip Avrupa kupalarında oynamaya hak kazanıp orada kendini ıspatlayacak performans sergilemek. (ki bu uzun süredir bizim takımlarımızın yapabildiği bir şey değil). Diğeri ise A Milli takıma seçilip, burada oynayacağı müsabakalarda kendini göstermek. Yani; Türk futbolcusu için Milli Takım kendini Avrupa'ya pazarlamak için bir vitrin. Hangi futbolcu olursa olsun, Avrupa'nın ilk 5-6 liginde oynamıyorsa, Milli Takıma bir bakıma bu gözle bakar. Bu demek değildir sadece kendini düşünmek. Oyuncu Milli takıma seçildiğinde tüm özverisi ile mücadele edebilir fakat bunu da göz ardı etmemek gerekir. Hatta bizim adımıza bunun bir avantaj olduğunu bile düşünebiliriz. Burak'ın Milli takımımızı Avrupa Şampiyonasına tüm çabasını ortaya koyarak taşımak istediğini görüyoruz ve biliyoruz. Fakat burada başarılı olmasının ona ne gibi kapıları da açacağını biliyordur. Bu da oyuncuya ekstra bir motivasyon sağlıyordur.
GURBETÇİLER
Gurbetçi futbolcular için Milli Takım kavramı daha farklı. Ülke hasreti yani gurbet ağrısı çekmiş anne babalarının bu duyguları çocuklarına da geçirmesi çok normal. Gurbet kavramını anne ve babalarından öğrenmiş fakat ne olduğunu bilmeyen bu futbolcular oynadıkları ligde mutlu da olsalar Milli takım normalden fazla ''milli'' yaklaşabiliyorlar. Aslında kendilerinden çok anne ve babasının hayali olan o Milli forma onlar için çok daha kutsal. Özellikle bizim gibi duygusal bir ülke için, gurbetçi vatandaşlarımızın durumunu göz önünde bulundurursak, bu sporcuların Kırmızı-Beyaz formaya bakış açısı çok daha fazla milliyetçi duygular barındırıyor olmalı.
TÜRKİYE LİGLERİNDEN AVRUPA'YA GİDEN OYUNCULAR
Bu oyuncular zaten bir sınıf atlayarak istediklerini bir bakıma elde etmiş oyuncular. Bu demek değildir ki onların gözünde Milli Takım artık 2. planda. O düzeyde kalmak istiyorlarsa her zaman Milli Takıma ihtiyaçları var. Dünyanın en iyi futbolcuları her zaman milli takımlarıyla büyük turnuvalara katılıp bu sahnede kendilerini göstermenin çok önemli olduklarını söylerler. Türkiye'den Avrupa'ya gitmiş oyuncular için ''süreklilik'' açısından büyük önem taşımaktadır. Mehmet Topal ve Arda'nın Avrupa'ya gidişleri Galatasaray'daki performanslarından daha çok Milli Takımdaki performanslarıyla ilgiliydi. Bu yüzden o formaya aslında her zaman ihtiyaçları olduğunu bilip, vefalı bir şekilde en büyük özveri ile Milli Forma için savaşmalılar.
VATANDAŞ ETKİSİ
Futbolla çok ilgilenen bir millet olduğumuz açık. Konu Milli Takım olunca herkesin daha da çok konuşacağı konu oluyor. Milli Takım heyetinin seçtiği oyuncular her zaman eleştirilmeye açık olmalılar. Özellile buralarda, Türkiye'de. ''neden onu almamış bunun yerine'' konuşmaları her zaman olacaktır. Oyuncu çok iyi oynamadıkça her zaman olacaktır. Milli Forma Dünyanın her yerinde sorumluluk gerektirir, bu doğru. Fakat ülkemizde normal durumlarda getirmesi gereken sorumluluk duygusunu, futbolcular 3-5 misli fazlasıyla yaşıyor. Kaçırdığı golden sonra vatandaşın gereğinden fazla tepki vereceğini bilen futbolcu için omuzlarında fazladan bir yük olduğunu söyleyebiliriz. Bunun da oyununu pozitif yönde etkilemesi imkansız. Mental anlamda futbolcunun yorulacağı bir gerçek. Dikkat edin gruplardan çıktıktan sonra Türk futbolcular her zaman daha rahattır. ''Artık elensek de çok eleştirilmeyiz'' mantığı, futbolcularımızın daha rahat oynamasına olanak sağlar. Milli Takımımıza seçilen bir futbolcu, her zaman Almanya ya da Belçika Milli takımına seçilen bir futbolcudan daha fazla halk baskısını hissedecektir.
3 Ekim 2011 Pazartesi
Sabri Sarıoğlu olmak
![](http://4.bp.blogspot.com/-ycHDI8j1K-E/TonwemN2tUI/AAAAAAAAAU4/Bnsafd7asDk/s400/sabri%252Bsar%25C4%25B1o%25C4%259Flu.jpg)
Bir insanı sevip sevmemek tamamen senin elinde. Fakat yaptığı işe saygı duymak zorundasın. Yıllarca İbrahim Üzülmez ile dalga geçen ve nefretle bakan taraftarlar gördük. Hangi hoca gelirse gelsin İbrahim'i kesemedi. Takım kaptanı oldu, yine de acımasızca eleştirildi. Oynadığı kulübün kaptanlık mevkisine herkes ulaşamazdı. O bu şerefe layık görüldü. Bazen yeteneğinden doğan açığı temposu ve bitmek bilmeyen enerjisiyle örtmesini bildi. Kendisine saygı duymayanların en azından takım kaptanı olarak kendisine saygı duyması gerekirdi. Biz böyle bir toplumuz işte. Bir insan işinde çok yetenekli değilse, onun diğer özelliklerini görmeyip, yerden yere vuruyoruz.
Sabri de İbrahim Üzülmez ile aynı kaderi paylaşmakta. Arda'nın gidişinden sonra Galatasaray'ın kaptanı olan Sabri, önceki senelerde eleştirildiğinden daha da fazla eleştirilir oldu. Tam tersine Galatasaray kaptanlığı layık görülmüş bir oyuncuya gerekli saygı gösterilmelidir.
Neyse benim bu yazıda değinmek istediğim konu Sabri'nin nasıl hissettiği hakkında. Galatasaray altyapısından çıkmış bir oyuncu. Tribündeki çoğu taraftardan Galatasaray'lı olmanın ne demek olduğunu daha iyi bilen biri. Galatasaray'ın altyapısına hizmet verdikten sonra, 2003'den beri A takımda bulunmakta. Neredeyse her gün Florya'da antrenman yapmakta. Değişen yönetimler, hocalar, takım arkadaşları.. Ama kendisi hep orada. Küçük bir çocukken de Galatasaray onun eviydi, şimdi evlendi yine onun evi. Şimdi böyle bir adamdan bahsettikten sonra bu adamın oynadığı futbolu, kalitesini, açtığı kanserli ortaları bir yere koymak zorundasınız. Bunları hiç bir şekilde beğenmek zorunda değilsiniz. Her atağa çıktığında muz orta da açsa sevmeyebilirsiniz, her kestiği top dışarı çıksa da sevmeyebilirsiniz. Buradaki mevzu bu adamın Galatasaray için gösterdiği özveridir. Her maçta genellikle ilk 11'de. Her çıktığı maç da iyi de oynasa kötü de oynasa maç sonunda ''yeterli değil'' yorumları geliyor. Türkiye'de kaç tane sağ bek var ki hem temposu yüksek hem de az sakatlanan?
Ben hakikaten kendisinin, hakkında yapılan saçma sapan geyikleri görünce ne düşündüğünü merak ediyorum. Bir insanın bunu kaldırabilmesi çok zor. Galatasaray'da oynuyorsunuz, Milli takımın vazgeçilmezlerindensiniz fakat insanlar sizin açtığınız ortalarla, verdiğiniz demeçlerle dalga geçmeyi alışkanlık haline getirmişler. Sinirlenmemek, sessiz kalmamak mümkün mü? Tüm bunlara nasıl tepkisiz kalabiliyor anlamak güç. Ciddi anlamda kendini tuttuğunu düşünüyorum. Bunları görüp özgüven kaybı yaşamamak büyük beceri. Her şeyi geçelim. Annesi, babası, eşi, arkadaşları kendisi hakkında bu yazılanları, söylenenleri okuyorlar, duyuyorlar. Sabri bu duruma nasıl da kayıtsız kalabiliyor? Galatasaray futbolcusunun böyle şeylere kulak asmaması çok doğru fakat mental anlamda saha içine bunları negatif anlamda yansıtmaması, hep çalışkanlığını ortaya koyarak formasının hakkını vermesi takdire şayan.
2-3 senedir kendisi hakkındaki yorumlar artık bardağı taşıran cinsten. Hayatında futbol izlememiş insanlar bile sadece arkadaş ortamında ''yalakalık'' yapıp ortamı şenlendirme adına Sabri'yi malzeme olarak kullanabiliyorlar. Halbuki kendileri hayatlarının hiçbir evresinde Sabri kadar özverili olmaya yakın bile olamamışlar. Google'da Sabri Sarıoğlu yazdığınızda çıkan sonuçlardan biri de ''Sabri Sarıoğlu geyikleri''. Dediğim gibi kalitesini sonuna kadar eleştirebiliriz fakat iş aşağılama noktasına gelince insanın sinirleri bozuluyor.
Sabri gerek statta gerek gazetelerde gerek sokakta kendi hakkında saygısızca konuşan insanları elbette görüyordur. Sabri'nin güzelliği de burada zaten. Bir insan acımasızca 2-3 senedir ufacık cocukların ya da hayatında futbol muhabbeti etmemiş insanların ağzına sakız olup, dalga konusu oluyorsa özgüvenini kaybeder. Dikkat edin Sabri de bu hiç yok. Sonuna kadar mücadele ediyor ve kulaklarını kapatmasını biliyor. Normal de başka bir futbolcu büyük ihtimalle artık patlama noktasına gelirdi. Onun 10'da 1'i kadar eleştirilmeyen Hakan Balta, Sabri'den çok daha az özgüvene sahip. Hakan koca maçta atağa 3-4 kere katılırken, Sabri her şeye rağmen neredeyse Kazım kadar rakip kaleye baskı uygulamaya çalışıyor. Bunu iyi yapıp kötü yaptığını tartışabilirsiniz fakat burada saygı duyulacak bir adamdan bahsediyoruz.
2-3 senedir sürekli aşağılanan Galatasaray kaptanının, bunca terbiyesizliğe rağmen kulaklarını kapatıp Galatasaray forması için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışması onun kaliteli bir insan olduğunu gösterir. İyi niyetli insanlar bizim ülkemizde ezilmeye mahkum durumdalar. Sesi yükselmeye müsait, insanları aşağılayarak bir yere gelenler de el üstünde tutulurlar. Galatasaray formasıyla çıktığı maçların hepsinde %100'ünü vermeye çalışan bir futbolcunun bu derece dalga konusu olması, üstelik kendi takım taraftarının da bu ortama ayak uydurması hiç hoş değil.
Gonzalo Higuain; İşi gol atmak
1987 doğumlu olup da Real Madrid'de oynuyor olmak artık çok da önemli değil. Günümüzde bu büyük takımları ayakta tutan bir çok genç oyuncu var.
Fransız doğumlu, Arjantinli forvet oyuncusu. 10 Aralık 1987 doğumlu. Bizdeki Trabzonspor'lu Burak'ın 3-5 gömlek üstü diyebiliriz. 2004 - 2006 yılları arasında River Plate'de oynayan futbolcu çıktığı 35 maçta 13 gol kaydetti. 2006'da 13 milyon Euro'ya Real Madrid'e transfer oldu. 2007 ocak ayındaki İspanya Kral Kupasında RM formasıyla ilk maçına çıktı. Bundan 3 gün sonra Bernabeu'da oynanan Real Zaragoza lig maçında forma şansı bularak ilk lig maçına çıkmış oldu. Bu maçta bir de asist yaptı. İlk golünü Arda'nın takımı Atletico Madrid'e, Vicente Calderon'da attı.
Higuain'i tam anlamıya Real Madrid taraftarının benimsediği maç Espanyol maçıydı. 3-3 giden maçta muhteşem performans sergileyen Higuain son dakika golü atarak takımının bu maçı kazanmasında direkt rol oynamıştı. Bu da hakkındaki tüm şüpheleri ortadan kaldırarak Higuain'in Real Madrid seviyesinde bir oyuncu olduğunu ıspatlamıştı.
Bugün oynanan maç yine bir Espanyol maçıydı. Higuain bu maçta, Benzema'nın yokluğunda maça ilk 11'de başladı. Takımın skor üretme konusunda pek sorunu olmasa da bu ay içinde ufak bir sekteye uğradığını söyleyebiliriz. Bu hem şans hem de şansızlıktı Higuain için. Takımın puan kaybetme lüksü olmadığından ve Barcelona'nın da bu haftayı kayıpsız geçmesiyle Real Madrid'in mutlak kazanması gereken bir maçtı. Higuain sahneye çıktı. 3 gol atarak takımının rahat bir galibiyet almasını sağladı. 0-4!
Tam komple bir forvet. Her zaman, her şekilde gol atabilecek bie oyuncu. Gol atmak için 90 dakika boyunca her pozisyonu deniyor. Defans arkasına sinsi koşuları en büyük özelliği. Bitiricilik konusunda forma savaşında olduğu Benzema'dan çok daha üstün olduğu aslında bir gerçek.
Aslında değinilmesi gerekilen başka konular var. Fransa'da doğmuş ve Arjantin'de River Plate'de oynamış bir oyuncu. Milli takım deneyimi genç yaşına rağmen fazla. Hocası Mourinho. Kaka, Ronaldo ve saymakla bitmeyecek kadar marka olmuş adamın yanında oynuyor. Bir de çıkıp maçta hat-trick yapıyor. Nasıl bir mental, fiziksel ve teknik anlamda üst düzeyliktir ki bu kadar büyük bir kulüpde ezilmeyerek, her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıkıp işini profesyonelce yapıyor. Yeri geldi Benzema'nın arkasında forma bekledi, yeri geldi İspanyol basını Real Madrid'in gerçek bir forveti olmadığını yazdı. Kendisinin nasıl hissettiğini düşünmek gerekir. Dünyanın en iyi hocasıyla çalışıyor, Dünyanın en önemli oyuncularıyla beraber oynuyor, her ihtiyaç duyulduğunda gerekeni yapıyor, milli takımına katkıları genç yaşına rağmen iyi seviyede. Yine de her zaman ''en iyiler'' klasmanında gösterilmeyen futbolcu. Acaba biz buralardan mı öyle görüyoruz?
İşte bu akşam oynanan ve Higuain'in hat-trick yaptığı maç:
Fransız doğumlu, Arjantinli forvet oyuncusu. 10 Aralık 1987 doğumlu. Bizdeki Trabzonspor'lu Burak'ın 3-5 gömlek üstü diyebiliriz. 2004 - 2006 yılları arasında River Plate'de oynayan futbolcu çıktığı 35 maçta 13 gol kaydetti. 2006'da 13 milyon Euro'ya Real Madrid'e transfer oldu. 2007 ocak ayındaki İspanya Kral Kupasında RM formasıyla ilk maçına çıktı. Bundan 3 gün sonra Bernabeu'da oynanan Real Zaragoza lig maçında forma şansı bularak ilk lig maçına çıkmış oldu. Bu maçta bir de asist yaptı. İlk golünü Arda'nın takımı Atletico Madrid'e, Vicente Calderon'da attı.
Higuain'i tam anlamıya Real Madrid taraftarının benimsediği maç Espanyol maçıydı. 3-3 giden maçta muhteşem performans sergileyen Higuain son dakika golü atarak takımının bu maçı kazanmasında direkt rol oynamıştı. Bu da hakkındaki tüm şüpheleri ortadan kaldırarak Higuain'in Real Madrid seviyesinde bir oyuncu olduğunu ıspatlamıştı.
Bugün oynanan maç yine bir Espanyol maçıydı. Higuain bu maçta, Benzema'nın yokluğunda maça ilk 11'de başladı. Takımın skor üretme konusunda pek sorunu olmasa da bu ay içinde ufak bir sekteye uğradığını söyleyebiliriz. Bu hem şans hem de şansızlıktı Higuain için. Takımın puan kaybetme lüksü olmadığından ve Barcelona'nın da bu haftayı kayıpsız geçmesiyle Real Madrid'in mutlak kazanması gereken bir maçtı. Higuain sahneye çıktı. 3 gol atarak takımının rahat bir galibiyet almasını sağladı. 0-4!
Tam komple bir forvet. Her zaman, her şekilde gol atabilecek bie oyuncu. Gol atmak için 90 dakika boyunca her pozisyonu deniyor. Defans arkasına sinsi koşuları en büyük özelliği. Bitiricilik konusunda forma savaşında olduğu Benzema'dan çok daha üstün olduğu aslında bir gerçek.
Aslında değinilmesi gerekilen başka konular var. Fransa'da doğmuş ve Arjantin'de River Plate'de oynamış bir oyuncu. Milli takım deneyimi genç yaşına rağmen fazla. Hocası Mourinho. Kaka, Ronaldo ve saymakla bitmeyecek kadar marka olmuş adamın yanında oynuyor. Bir de çıkıp maçta hat-trick yapıyor. Nasıl bir mental, fiziksel ve teknik anlamda üst düzeyliktir ki bu kadar büyük bir kulüpde ezilmeyerek, her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıkıp işini profesyonelce yapıyor. Yeri geldi Benzema'nın arkasında forma bekledi, yeri geldi İspanyol basını Real Madrid'in gerçek bir forveti olmadığını yazdı. Kendisinin nasıl hissettiğini düşünmek gerekir. Dünyanın en iyi hocasıyla çalışıyor, Dünyanın en önemli oyuncularıyla beraber oynuyor, her ihtiyaç duyulduğunda gerekeni yapıyor, milli takımına katkıları genç yaşına rağmen iyi seviyede. Yine de her zaman ''en iyiler'' klasmanında gösterilmeyen futbolcu. Acaba biz buralardan mı öyle görüyoruz?
İşte bu akşam oynanan ve Higuain'in hat-trick yaptığı maç:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)